• Hem de, müstakbeldeki bedihî bir şey, mazide naza-
rî olabilir.
• Hem de, medenîlerin malûmu, bedevîlere meçhul
olabilir.
• Hem de, maziyi müstakbele kıyas etmek, bir kıyas-ı
hadi-i müşebbittir.
• Hem de, ehl-i veber ve badiyenin besateti ise, ehl-i
meder ve medeniyetin hile ve desaisine mütehammil de-
ğildir. Evet, neam, hile medeniyetin perdesi altında teset-
tür edebilir.
• Hem de, pek çok ulûm, âdat ve ahval ve vukuatın
telkinatıyla teşekkül edebilir.
• Hem de, beşerin nur-i nazarı, müstakbele nüfuz ede-
mez, müstakbele mahsus olan şeyleri göremez.
• Hem de, beşerin kanunu için bir ömr-i tabiî vardır;
nefs-i beşer gibi o da inkıta eder.
• Hem de, muhit-i zaman ve mekânın, nüfûsun ahva-
linde büyük bir tesiri vardır.
• Hem de, eskide harikulâde olan şeyler, şimdi adî sı-
rasına geçebilir. Zira mebadî tekemmül etmişler.
• Hem de, zekâ, eğer çendan harika olsa da, bir fen-
nin tekmiline kâfi değildir; nasıl çok fenlerde kifayet ede-
cektir?
İşte, ey birader! Şu zatlar ile müşavere et. sonra da
müfettişlik sıfatıyla nefsini tecrit et. Hayalât-ı muhitiye ve
evham-ı zamaniyenin elbiselerini çıkart, çıplak ol. Bahr-i
bîkeran olan zamanın şu asrın sahilinden, içine gir, tâ
âdat:
âdetler, görenekler, alış-
kanlıklar, gelenekler.
adî:
basit, baya€ı, sıradan.
ahval:
haller, durumlar.
asr:
yüzyıl.
bahr-i bîkeran-ı zaman:
dipsiz,
sınırsız deniz gibi zaman.
bedevî:
çölde ve iptidaî tarzda
yaşayan, medenî olmayan.
bedihî:
delil ve ispata muhtaç
olamayacak derecede açık ve or-
tada olan.
besatet:
basitlik, sadelik.
beşer:
insan, insanlık.
birader:
kardeş.
çendan:
gerçi, her ne kadar.
desais:
desiseler, hileler.
ehl-i meder ve medeniyet:
şe-
hirli ve medenî olanlar.
ehl-i veber ve badiye:
çadırda
oturan bedevî Arab, çöl ahalisi.
evham-ı zamaniye:
zamanın ve-
himleri, zamanın boş ve saçma
düşünceleri.
fen:
tecrübî, ispatla meydana gel-
miş ilimlere verilen genel ad.
harika:
ola€anüstü.
harikulâde:
ola€anüstü.
hayalât-ı muhitiye:
etrafa dair
hayaller, zihinde tasarlanan şey-
ler.
inkıta:
kesilme, devam etmeme,
sona erme.
kâfî:
yeter, elverir.
kifayet:
kâfi miktarda olma, ye-
terlilik.
kıyas:
karşılaştırma, bir şeyi baş-
ka bir şeye benzeterek hüküm
verme.
kıyas-ı hâdi-i müsebbit:
tespit
edilen, devamlı kılan aldatıcı kı-
yas.
malûm:
bilinen, bilinir olan.
u
nsuru
’
l
-a
kîde
| 208 | MuhakeMat
mazi:
geçmiş zaman.
mebadi:
temel prensipler, ilk
unsurlar.
meçhul:
bilinmeyen, hakkın-
da bilgi olmayan.
medenî:
hayat tarzı, bilgi se-
viyesi bakımından yüksek
durumda bulunan.
muhit-i zaman ve mekân:
zamanın ve mekanın kuşattı-
€ı, belli bir yer ve zamandaki
çevre.
müşavere:
istişare etme, da-
nışma.
müstakbel:
gelecek zaman.
mütehammil:
tahammül
eden, dayanan, çeken, daya-
nıklı, tahammüllü.
nazarî:
teorik.
neam:
evet, do€ru.
nefis:
kendi, şahıs.
nefs-i beşer:
insanın kendisi.
nüfus:
insan toplulu€u, halk,
ahali.
nüfuz:
geçerli olma, işleme.
nur-i nazar:
bakıştaki nur.
ömr-i tabiî:
aşa€ı yukarı bir
şey için söylenebilecek takdi-
rî ömür.
tecrit:
soyutlama, ayırma, bir
tarafta tutma.
tekemmül:
olgunlaşma, ke-
male erme, mükemmelleş-
me.
tekmil:
tamamlama, kemâle
erdirme.
telkinat:
telkinler, fikir aşıla-
malar.
teşekkül:
kurulma, oluşma,
şekillenme.
tesettür:
örtünme, gizlenme.
ulûm:
ilimler.
vukuat:
vuku bulan şeyler,
hadiseler, olaylar.
zat:
kişi, şahıs