İkincisi:
ey birader! eğer tabiat-ı beşere arif isen,
küçük bir haysiyetle, küçük bir davada, küçük bir kavim-
de, küçük bir hilâfın serbestiyetle irtikâp olunmadığına
nazar edersen, gayet büyük bir haysiyetle, nihayet cesim
bir davada, hasra gelmeyen bir kavimde, hadsiz bir ina-
da karşı, her cihetten ümmîliğiyle beraber, hiçbir cihetle
akıl müstakil olmayan meselelerde tam serbestiyetle bilâ-
perva ve kemal-i vüsuk ile “alâ rüusileşhat” zikir ve na-
kilden güneş gibi sıdkın tulû edeceğini göreceksin.
Üçüncüsü:
Bedevîlere nispet çok ulûm-i nazariye
vardır; medenîlere nispeten lisan-ı âdat ve ef’alin telkina-
tıyla, ulûm-i mütearifenin hükümlerine geçmişlerdir. Bu
nükteye binaen bedevîlerin hâllerini muhakeme etmek
için, kendini o badiyede farz etmek gerektir. eğer ister-
sen “İkinci Mukaddeme”ye müracaat et; zira şu nükteyi
izah etmiştir.
Dördüncüsü:
Bir ümmî, ulema meyanında mütedavil
bir fende beyan-ı fikir ederse, ittifak noktalarda muvafık
olarak ve muhtelefün fîhâ olan noktalarda muhalefet
edip, musahhihâne olan söylemesi, onun tefevvukunu
ve kisbî olmadığını ispat eder.
Şu nüktelere binaen deriz ki:
resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm malûm olan üm-
miyetiyle beraber, güya gayr-i mukayyet olan ruh-i cev-
vale ile tayy-ı zaman ederek, mazinin a’mak-ı hafasına gi-
rerek, hazır ve müşahit gibi enbiya-i salifenin ahvallerini
ve esrarlarını teşrih etmesiyle, bütün enzar-ı âleme karşı
a’mak-ı hafa:
gizli derinlikler, gö-
rünmeyen derinlikler, gizlili€in
derinlikleri.
ahval:
haller, durumlar.
alâ rüusileşhat:
âleme karşı, her-
kesin gözü önünde.
arif:
bilgide ileri olan, irfan sahibi.
bâdiye:
çöl, kır.
beyan-ı fikir:
fikir açıklama, fikir
beyan etme.
bilâperva:
korkusuzca.
cesim:
iri, büyük, kocaman.
enbiya-i salife:
daha önce gön-
derilen peygamberler.
enzar-ı âlem:
âlemin dikkati, na-
zarı.
esrar:
sırlar, gizli hakikatler.
fen:
tecrübî, ispatla meydana gel-
miş ilimlere verilen genel ad.
gayr-ı mukayyet:
kayıtsız, ser-
best olan.
hasr:
sınırlı ve dar bir yar içine al-
mak.
haysiyet:
şeref, onur, itibar.
hilâf:
yalan.
hüküm:
karar, emir.
irtikap:
kötü, fena ve günah teş-
kil edecek bir iş yapma, kötü iş
işleme.
ittifak:
birleşme, fikir birli€i etme.
kavim:
millet; aralarında dil, âdet,
örf, kültür birli€i olan insan toplu-
lu€u.
kemal-i vüsuk:
inanmanın son
derecesi, tam bir itimat.
kisbî:
kazanılmış, sonradan elde
edilmiş.
lisan-ı âdat ve ef’al:
âdetlerin,
hal ve hareketlerin lisanı.
malûm:
bilinen, bilinir olan.
mazi:
geçmiş zaman.
medenî:
göçebe ve vahşi olma-
yan, yerleşik olan.
mesele:
önemli konu.
meyan:
orta, ara, miyan.
muhakeme:
akıl yürütüp do€ru
netice elde edebilme, tartma, de-
€erlendirme, yargılama.
muhalefet:
birinin düşüncesine
zıt düşüncede bulunma, karşı
koyma, bir düşünce, fiil veya ha-
rekete karşı durma.
muhtelefün fîhâ:
hakkında ihtilâf
olunan mesele, hakkında uyuşu-
lamayan, ayrılık konusu.
mukaddeme:
başlangıç.
müracaat:
başvurma, danışma.
musahhihane:
tashih ederek, dü-
zelterek.
müşahit:
gözlemci.
müstakil:
başlı başına, ba€ımsız.
mütedavil:
kullanılan, dönene.
u
nsuru
’
l
-a
kîde
| 198 | MuhakeMat
muvafık:
uygun, münasip.
nakil:
Hz. Peygamber’den ge-
len hadisleri rivayet zincirleri
ile aktarma.
nazar:
bakış.
nihayet:
son derece.
nispet:
oran.
nispeten:
nispetle, kıyaslaya-
rak.
nükte:
ince manalı, ancak
dikkatle anlaşılabilen mana
veya söz.
Resul-i ekrem:
çok cömert,
kerîm olan peygamber, Hz.
Muhammed (asm).
ruh-i cevvale:
daima hareket
halinde olan ruh.
serbestiyet:
serbestlik, rahat
ve serbest olma hâli.
sıdk:
do€ruluk.
tabiat-ı beşer:
insanların ta-
biatı, huy ve karakteri.
tayy-ı zaman:
çok uzun za-
manı pek kısa bir zamanda
görme ve yaşama.
tefevvuk:
üstün olma, üstün-
lük.
telkinat:
telkinler, fikir aşıla-
malar.
teşrih:
bir meseleyi iyice
araştırıp ortaya çıkarma, şerh
etme, açma.
tulû:
do€ma, do€uş.
ulema:
âlimler, bilginler, ilim
sahipleri.
ulûm-i mütearife:
herkesin
bildi€i ve tanıdı€ı ilimler.
ulûm-i nazariye:
nazarî ilim-
ler, yalnız görüş hâlinde kal-
mış, tatbikata konulmamış
ilimler, teoriler.
ümmî:
okuma yazması olma-
yan, okumamış.
ümmiyet:
okuma yazma bil-
memek