iŞarET
Binlerce enbiya, nev-i beşerde nübüvveti iddia ederek
binlerce mu’cizatla müddeayı ispat etmişlerdir. İşte, o
enbiyanın cemi mu’cizatları, lisan-ı vahid ile nübüvvet-i
mutlakayı ilân eder. Bizim şu suğramıza dahi bir bür-
han-ı kàtıdır. Buna “tevatür-i bilmana” veya ne tabirle di-
yorsanız deyiniz, metîn bir delildir.
Tembih
Şu
Muhakemat
’ın cihetü’l-vahdeti budur ki: Eğer cemi
fünun ele alınırsa ve fünunların kavaidinin külliyetleriy-
le keşfettikleri ittisak ve intizama temaşa edilirse, hem de
mesalih-i cüz’iye-i müteferrikanın mâyesi ve ukde-i ha-
yatiyesi hükmünde olan bir lezzeti veya bir muhabbeti
veya bir emr-i aheri içine atılmakla –ekl ve nikâhtaki gi-
bi– perişan olan umur ve ef’al o mâye ile irtibat ve ittisal
ettiklerini, inayet-i İlâhiye nokta-i nazarında nazar-ı
dikkate alınırsa, hem de hikmetin şahadetiyle sabit olan
adem-i abesiyet ve adem-i ihmali mütalâaya alınırsa, is-
tikra-i tam ile netice veriyor ki; mesalih-i külliyenin kutup
ve mihveri ve maden-i hayatı hükmünde olan nübüvvet,
nev-i beşerde zarurîdir. Faraza olmazsa, perişan olan
nev-i beşer, güya muhtel bir âlemden şu muntazam âle-
me düşüp cereyan-ı umumînin ahengini ihlâl ettiği kabul
olunursa, biz insanlar sair kâinata karşı ne yüzümüz
kalacaktır?
* * *
ittisal:
bitişme, birleşme.
kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlemler.
kavaid:
kaideler, usuller, kurallar,
prensipler.
külliyet:
bütünlük, umumîlik.
lisan-ı vahid:
tek lisan, tek bir dil.
maden-i hayat:
hayat kayna€ı.
mâye:
maya, temel, esas, öz.
mesalih-i cüz’iyye-i müteferri-
ka:
çeşitli küçük işler.
mesalih-i külliye:
büyük işler,
büyük maslahatlar.
metîn:
sa€lam ve dayanıklı.
mihver:
eksen, yörünge.
mu’cizat:
mu’cizeler, Allah tara-
fından verilip, yalnız peygamber-
lerin gösterebilecekleri büyük
harika işler.
müddea:
iddia edilen şey, tez,
sav.
muhabbet:
sevgi, sevme.
muhtell:
bozuk, bozulmuş.
muntazam:
nizamlı, intizamlı,
düzenli ve düzgün biçimde.
mütalâa:
bir şeyi etraflıca düşün-
me, tetkik etme.
nazar-ı dikkat:
dikkatli bakma,
dikkatli bakış.
nev-i beşer:
insano€lu, insanlar.
nokta-i nazar:
görüş açısı, bakış
açısı; görüş, fikir.
nübüvvet:
nebilik, peygamberlik,
Allah elçili€i.
nübüvvet-i mutlaka:
kesin ve
şüphesiz peygamberlik.
sabit:
ispat edilmiş, ispatlanmış.
şahadet:
şahit olma, şahitlik; açık
alamet, işaret.
sair:
di€er, başka, öteki.
su€ra:
küçük önerme.
tabir:
ifade.
temaşa:
hayretle ve dikkatle
bakma, seyretme.
tembih:
hatırlatma, ihtar.
tevatür-i bilmana:
mutlak olayın
vukuu kesin, do€ru fakat, gerçek-
leşme şekli bakımından nakledi-
lenlerin farklı olması durumu.
ukde-i hayatiye:
hayatla ilgili dü-
€üm, hayat dü€ümü.
umur:
işler.
zarurî:
zorunlu.
MuhakeMat | 191 |
u
nsuru
’
l
-a
kîde
adem-i abesiyet:
abes olma-
yış, lüzumsuz olmayış.
adem-i ihmal:
ihmalsizlik, ih-
mal etmemek.
âlem:
dünya, cihan; bütün
yaratılmışlar.
bürhan-ı kàtı:
kesin delil.
cemi:
cümle, hep, bütün.
cereyan-ı umumî:
genel
akım.
cihetü’l-vahdet:
birlik ciheti.
delil:
bir davayı ispata yara-
yan şey, burhan.
ef’al:
fiiller, işler.
ekl:
bir şey yeme, yenilme.
emr-i aher:
di€er bir şey,
başka bir iş.
enbiya:
nebiler, peygamber-
ler.
faraza:
farz edelim ki, öyle
sayalım ki, söz gelişi.
fünun:
fenler.
güya:
sanki.
hikmet:
‹lahî gaye, yüksek
bilgi, fayda.
hükmünde:
de€erinde, yerin-
de.
iddia:
davaya kalkışma, dava
etme.
ihlâl:
bozma, zarar verme.
ilân:
yayma, duyurma, bildir-
me.
inayet-i ‹lâhiye:
Allah’ın yar-
dımı.
intizam:
düzenlilik, düzgün-
lük.
irtibat:
ba€, münasebet.
ispat:
do€ruyu delillerle gös-
terme.
istikra-i tam:
olaylardaki or-
tak vasıflara dikkat ederek
tam bir netice çıkarmak, et-
raflı ve tam bir bilgi almak.
ittisak:
dizilme, sıralanma, bir
nizam dahilinde sıralanma.