Muhakemat - page 182

vahdaniyetine tasrih ediyor. evet, bir makinenin sânii ve
muhterii bir olur.
(1)
l
óp
MGn
h o
¬s
`fn
G »'
?n
Y t
?o
ón
J l
án
`j'
G o
¬n
d m
Ån
°T u
?o
c »/
an
h
Kitab-ı âlemin evrakıdır eb’âd-ı namahdut,
Sutur-i kâinat-ı dehirdir asar-ı nama’dut.
Basılmış destgâh-ı levh-i mahfuz-i hakikatte,
Mücessem lâfz-ı manidardır âlemde her mevcut.
Hoca tahsin’in “nama’dut” ve “namahdut”tan mura-
dı nispîdir; hakikî lâyetenahilik değildir.
iŞarET
sâni-i zülcelâl, ne kadar evsaf-ı kemaliye varsa, onlar-
la muttasıftır. zira mukarrerdir ki: Masnuda olan feyz-i
kemal, sâniin kemalinden iktibas edilmiş bir zıll-i zalilidir.
demek, kâinatta ne kadar hüsün ve cemal ve kemal var-
sa, umumundan lâyuhad derecede yüksek tabakada ev-
saf-ı cemaliye ve kemaliye ile sâni muttasıftır. evet, ih-
san servetin, icat vücudun, icap vücubun, tahsin hüsnün
fer’idir ve delilidir.
Hem de sâni-i zülcelâl, cemî nekaisten münezzehtir.
Maddiyatın mahiyatının istidatsızlığından neş’et eden ne-
kaisten müberradır. kâinatın mahiyat-ı mümkinesinden
neş’et eden evsaf ve levazımatından mukaddestir.
(2)
o
¬o
dn
Ón
L s
?n
L l
»n
°T /
¬p
?r
°ùp
ªn
c n
¢ùr
«n
d
* * *
âlem:
dünya, cihan; bütün yara-
tılmışlar.
asar-ı nama’dut:
sayılamayacak
kadar çok olan hâdiseler.
cemal:
güzellik.
cemi:
cümle, hep, bütün.
delil:
bir davayı ispata yarayan
şey, burhan.
destgâh-ı levh-i mahfuz-i tabi-
at:
tabiatının hayatının yazıldı€ı
tezgah.
eb’âd-ı namahdut:
hudutsuz
uzaklıklar, sınırsız uzaklıklar.
evsaf:
vasıflar, nitelikler, özellik-
ler.
evsaf-ı cemaliye ve kemaliye:
olgunluk ve güzellik vasıfları.
fer’î:
şube, dal.
feyz-i kemal:
olgunlu€un verdi€i
feyiz.
hakikî:
gerçek.
hüsün:
güzellik.
icap:
talepte bulunma, istek.
icat:
vücuda getirme, yoktan var
etme.
ihsan:
ba€ışlama, ikram etme, lü-
tuf.
iktibas:
alıntı.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
kemal:
olgunluk, mükemmellik.
kitab-ı âlem:
âlem kitabı, bir ki-
tap hüviyetinde olan âlem, kâi-
nat.
lâfz-ı manidar:
manalı lâfız, ma-
nalı söz.
lâyetenahi:
sonsuz, sonu bulun-
maz, nihayetsiz.
lâyuhad:
hadsiz, sınırsız.
levazımat:
lüzumlu maddeler, ih-
tiyaç maddeleri.
maddiyat:
maddî ve cismanî şey-
ler, gözle görülüp elle tutulur
cinsten şeyler.
mahiyat:
mahiyetler, özellikler.
mahiyat-ı mümkine:
mümkin
olan şeylerin mahiyetleri; varlık
ve yoklu€u eşit olup ancak bir
tercih ile var olan veya yoklukta
kalan varlıkların mahiyetleri.
masnu:
sanatla yapılmış eşya,
varlık.
muhteri:
icad eden, yeni bir şey
meydana getiren.
mukaddes:
kutsal, yüksek, te-
miz.
mukarrer:
kesinlik kazanmış hü-
küm.
murat:
irade ediş, dileme.
muttasıf:
vasıflandırılan, sıfatla-
nan.
müberra:
temize çıkmış, aklan-
mış; müstesna, azade.
mücessem:
tecessüm etmiş,
cisimlenmiş.
münezzeh:
arınmış, tenzih
edilmiş, uzak.
nama’dut:
sayısız, sayılama-
yacak kadar çok.
namahdut:
sınırsız, hudutsuz.
nekais:
eksiklikler, noksanlık-
lar.
neş’et:
meydana gelme, oluş-
ma, çıkma.
nispî:
nispetle olan, kıyasla-
ma ile olan, göreli, izafî.
Sâni:
sanatlı yaratan Allah.
Sâni-i Zülcelâl:
sonsuz bü-
yüklük sahibi ve her şeyi sa-
natla yaratan Allah.
sutur-i kâinat-ı dehir:
za-
manın, devirlerin kâinattaki
satırları.
tabaka:
derece, kat.
tahsin:
be€enme, güzel bul-
ma.
tasrih:
açıkça ifade ederek
şüphe ve tereddütleri silme.
umum:
bütün, hepsi.
vahdaniyet:
Allah’ın birli€i ve
varlı€ı, Allah’ın bir oluşu.
vücup:
vacip ve lüzumlu ol-
ma, gereklilik.
zıll-ı zalil:
koyu gölgeli yer.
1.
Her şeyde Onun birliğine delil olan bir alâmet vardır. (Arab şairi İbnü’l-Mu’tez’in bir mısraı.)
2.
Onun benzeri hiçbir şey yoktur. O, her şeyden yüce Zat-ı Zülcelâl’dir.
u
nsuru
l
-a
kîde
| 182 | MuhakeMat
1...,172,173,174,175,176,177,178,179,180,181 183,184,185,186,187,188,189,190,191,192,...332
Powered by FlippingBook