şey istişmam etmemiştir. Evet, mümkin Vacib ile nasıl itti-
sal veya ittihat edecek? Kellâ! Evet, mümkinün ne kıymeti
vardır; tâ ki Vacib onda hulûl ede? Haşa! Neam, mümkin-
de füyuzat-ı İlâhiyeden bir feyiz tecelli eder. İşte, bunların
mesleği ötekilerin mesleğine münasebet ve temas edemez.
Zira maddiyyunun mesleği maddiyata hasr-ı nazar ve is-
tiğrak ettiklerinden, efkârları fehm-i ulûhiyetten tecerrüt
edip, uzaklaştılar. O derece maddeye kıymet verdiler ki,
her şeyi maddede görmek, hatta ulûhiyeti onda mezç et-
mek gibi bir meslek-i müteassifeye girmişlerdir. Fakat, ehl-i
vahdetüşşuhut olan muhakkikîn-i Sofiye, o derece Vacib’e
hasr-ı nazar etmişler ki, mümkinatın hiçbir kıymeti kal-
mamıştır. “Bir vardır!” derler. Elinsaf! Sera-Süreyya kadar
birbirinden uzaktır. Maddeyi cemi enva ve eşkâliyle halk
eden Hâlık-ı Zülcelâl’e kasem ederim ki, dünyada şu iki
mesleğin temasını intaç eden rey-i ahmakaneden daha
kabih ve daha hasis ve daha sahibinin mizac-ı aklının in-
hirafına delil olacak bir rey yoktur.
TENvİR
küre-i Arz küçük, parça parça ve rengârenk ve müte-
halif cam parçalarından farz olunursa, her biri başka çe-
şitle levnine ve cirmine ve şekline nispetle Şems’ten bir
feyiz alacaktır. Şu hayalî feyiz ise, ne güneş’in zatı ve ne
ayn-ı ziyasıdır. Hem de ziyanın temasili ve elvan-ı seb’ası-
nın tesaviri ve güneş’in tecellisi olan şu gûnagûn ve ren-
gârenk çiçeklerin elvanı, faraza lisana gelirse, her biri,
“güneş benim gibidir.” veyahut “güneş benim.” diyecek-
lerdir.
(1)
âr
°SGn
ôo
N p
¿Én
à°r
Sƒo
H p
¿Én
jh o
ôr
¡n
e p
¢ùr
µn
Y @âr
°SÉn
«p
dr
hn
G p
?Gn
O ¬p
c»/
J'
’Én
«n
N r
¿B
G
ayn-ı ziya:
ışı€ın ta kendisi.
cemi:
cümle, hep, bütün.
cirim:
vücut, cüsse.
delil:
bir davayı ispata yarayan
şey, burhan.
efkâr:
düşünceler, fikirler, görüş-
ler.
ehl-i vahdetüşşuhut:
görülen,
gözlenen âlemin (dünyanın) birli-
€ini benimseyenler.
elvan:
levnler, renkler, çeşitler.
elvan-ı seb’a:
yedi renk.
enva:
çeşitler, türler, neviler.
eşkâl:
biçimler, suretler, şekiller,
tarzlar.
faraza:
farz edelim ki, öyle saya-
lım ki, söz gelişi.
farz:
bir netice elde etmek için
gerçek olarak kabul edilen bir
tahminde bulunma.
fehm-i ulûhiyet:
Ulûhiyet anlayı-
şı.
feyiz:
ihsan, ba€ış, kerem.
füyuzat-ı ‹lâhiye:
‹lâhî feyizler.
gûnagûn:
türlü türlü, renk renk,
çeşit çeşit, rengârenk, alaca.
hâlık-ı Zülcelâl:
Sonsuz büyüklük
sahibi yaratıcı, Allah.
hasis:
adi, alçak, baya€ı.
hasr-ı nazar:
bakışı bir tarafa ve-
ya noktaya dikme.
hayalî:
hayalle ilgili, gerçek olma-
yan.
hulûl:
(Zât-ı Uluhiyet’in) insan ola-
rak görünmesi.
inhiraf:
de€işme, bozulma.
intaç:
netice verme, sonuçlandır-
ma.
isti€rak:
gark olma, dalma, bir şe-
yin içine gömülme, bir şeyle kap-
lanma.
istişmam:
koklama, kokusunu al-
ma.
ittihat:
Zat-ı Ulûhiyetin varlık ile
birleşmesi; Allah’ın kâinatla bir-
leşmesi.
ittisal:
Zat-ı Ulûhiyetin varlık ile
bitişmesi; Allah’ın kâinatla bitiş-
mesi.
kabih:
kötü, çirkin, fena, yakışık-
sız, ayıp.
kasem:
yemin, and.
kellâ:
hiç bir zaman, asla, kat’i-
yen, kesinlikle.
küre-i arz:
yer küre, dünya.
levn:
renk.
maddiyat:
maddî ve cismanî şey-
ler, gözle görülüp elle tutulur
cinsten şeyler.
maddiyyun:
maddenin ezelî ve
ebedî oldu€una, sonradan yaratıl-
mamış bulundu€una inananlar,
maddeye ba€lı kalanlar, madde-
ciler, materyalistler.
meslek:
gidiş, tutulan yol, sistem.
meslek-i müteassife:
do€ru yol-
dan çıkan, sapık yol, meslek.
mezç:
katma, karıştırma.
1.
Şüphesiz evliyaya tuzak olan hayaller, İlâhî bahçelerin ay yüzlü güzellerinin akisleridir.
u
nsuru
’
l
-a
kîde
| 180 | MuhakeMat
mizac-ı akıl:
aklın tabiatı, fıt-
ratı.
muhakkikîn-i Sofiye:
tasav-
vufla u€raşan hakikatı araştı-
ran âlimler.
mümkin:
varlığı ve yokluğu
eşit olan ve varlığı ancak Al-
lah’ın dilemesine bağlı olan.
mümkinat:
varlığı ve yokluğu
eşit olan ve varlığı ancak Al-
lah’ın dilemesiyle olanlar.
münasebet:
ilgi, ilişki, ba€.
mütehalif:
birbirine uyma-
yan, de€işken.
neam:
evet, do€ru.
nispet:
oran.
rey:
görüş, düşünce.
rey-i ahmakane:
ahmakça
olan görüş.
Şems:
güneş.
serâ:
yeryüzü.
Süreyya:
Ülker yıldızı, pervin.
tecelli:
belirme, bilinme, gö-
rünme.
tecerrüt:
soyunma, soyutlan-
ma, uzak olma.
temasil:
şekiller, örnekler.
tenvir:
aydınlatma.
tesavir:
tasvirler, resimler.
ulûhiyet:
ilahlık, Allah’ın ha-
kimiyeti ile kainattaki her şe-
yi kendisine ibadet ve itaat
ettirmesi.
vacib:
varlı€ı zorunlu olan ve
başkasının varlı€ına ba€lı ol-
mayan, olmaması imkânsız
bulunan varlık; Allah.
zat:
kendi.
ziya:
ışık, aydınlık, nur