merci yapmakla teselli ettikleri, elbette fıtratları reddeder.
Fakat, yalnız hakka teveccüh ve hakikate kastettikleri için,
şu evham-ı batıla davetsiz olarak yolun canibinden taar-
ruz ettikleri için, elbette hedef-i garazına nazarını dikmiş
olan adam, o evhama tebeî ve sathî bir nazarla bakıyor.
Onun için, müzahref olan içine nüfuz edemez. Fakat, ne
vakit rağbet ve kasıt ve satın almak nazarıyla baksa, al-
maya değil, belki iltifat etmeye ve bakmaya tenezzül
etmez!
Evet, şu kadar çirkin bir şeyi vicdan ve akıl muhal gö-
rüyor, kalb dahi kabul etmez. İllâ ki müşagabe ile safsa-
ta edip, her bir zerreye hükemanın akıllarını ve hükkâ-
mın siyasetlerini verip, tâ her bir zerre ehavatıyla ittifak
ve intizam meselesinde müşavere ve muhabere etsinler.
Evet, bu surette bir mesleği, insan değil, hayvan dahi
kabul etmez. Fakat ne çare, mesleğin lâzım-ı beyyini mes-
lektendir. Şu meslek ise, bu suretten başka bir şeyle tasvir
edilmez.
Evet, batılın şe’ni şöyledir: Ne vakit tebeî bir nazarla
bakılırsa, sıhhatine bir ihtimal verilir. Fakat im’an-ı na-
zar eyledikçe, ihtimal-i sıhhat bertaraf olur.
iŞarET
Madde dedikleri şey ise, suret-i mütegayyire, hem de
hareket-i zaile-i hâdiseden tecerrüt etmez. Demek, hudû-
su muhakkaktır.
Feya acaba! Sâni-i Vacibü’l-Vücud’un lâzıme-i zaruriye-i
beyyinesi olan ezeliyeti zihinlerine sığıştıramayan, nasıl
oldu da her bir cihetten ezeliyete münafi olan maddenin
kasıt:
maksat, hedef kabul edi-
len.
kastetme:
bir işe, bir şeye hedef
olarak yönelme.
lâzıme-i zaruriye-i beyyine:
aşi-
kâr ve apaçık olan gerek şart.
lâzım-ı beyyin:
her hangi bir şey
hatıra gelince, hiç bir delil ve işa-
rete ihtiyaç olmadan, o şeyle be-
raber düşünülmesi zarurî olan.
merci:
merkez, kaynak.
mesele:
konu.
meslek:
gidiş, tutulan yol, sistem.
mugalâta:
delilsiz veya uydurma
delillere dayandırılan münakaşa.
muhabere:
haberleşme.
muhal:
imkansız, olması müm-
kün olmayan.
müşagabe:
münakaşayı bir gaye
sayanların yolu; demagoji.
müşavere:
istişare etme, danış-
ma.
müzahref:
süprüntü, çer-çöp.
nazar:
bakış, dikkat.
nefis:
kendi, şahıs.
nüfuz:
içe geçme, işleme.
ra€bet:
istek, arzu, meyil.
safsata:
gerçek dışı fikri karşı ta-
rafa kabul ettirmek için başvuru-
lan, görünüşte do€ru gibi görün-
dü€ü hâlde gerçekte yanlış olan
kıyas.
Sâni-i Vacibü’l-Vücud:
varlı€ı va-
cip olan sanatkar. Allah.
sathî:
yüzeysel, derine inmeyen,
üstün körü.
şe’n:
iş, durum, özellik, yapı.
sıhhat:
sahihlik, do€ruluk, ger-
çeklik.
suret-i mütegayyire:
de€işen su-
retler, biçimler, görünüşler.
taarruz:
saldırma, sataşma, iliş-
me.
tabiat-ı mevhume:
vehmin ka-
rakteri, tabiatı.
tahayyül:
hayale getirme, haya-
linde canlandırma.
tasvir:
bir şeyi yazıyla veya baş-
ka ifade tarzlarıyla anlatma.
tebeî:
ba€ımsız olmayıp başkası-
na tabi olarak; ikinci derecede.
tecerrüt:
soyunma, soyutlanma,
uzak olma.
tecessüm:
cisimleşme, cisim hali-
ne gelme.
tenezzül:
inme, alçalma.
teselli:
avunma.
tesir-i hakikî:
gerçek tesir, etki.
teveccüh:
yönelme, yöneliş.
vehim:
zan, şüphe, yanlış ve
esassız düşünce.
vicdan:
insanın içindeki, iyiyi kö-
tüden ayırabilen, iyilik etmekten
lezzet duyan ve kötülükten elem
alan manevî his.
zerre:
en küçük parça, molekül,
atom.
MuhakeMat | 171 |
u
nsuru
’
l
-a
kîde
batıl:
boş ve manasız olan,
gerçe€e uymayan, do€ru ve
haklı olmayan.
bertaraf:
ortadan çıkmış,
yok edilmiş.
canip:
yan, yön, cihet, taraf.
ehavat:
birbirine benzeyen
şeyler, kardeşler.
evham:
vehimler, zanlar, ku-
runtular.
evham-ı batıla:
hakikati ol-
mayan vehimler, hayaller.
ezeliyet:
geçmiş ve gelecek
zamanı birden içine alıp, za-
manla sınırlı olmamak.
feya aceba:
hayret do€rusu.
fıtrat:
yaratılış, tabiat, mizaç,
huy.
hakikate:
gerçek, esas.
hareket-i zaile-i hâdise:
hâ-
diselerin geçici hareketleri.
hedef-i garaz:
niyetin ulaş-
mak istedi€i nokta.
hudûs:
sonradan meydana
gelme, yok iken var edilme.
hükema:
filozoflar.
hükkam:
hâkimler.
i€va:
ayartma, azdırma, sap-
tırma, do€ru yoldan çıkarma,
baştan çıkarma.
ihtimal:
olabilirlik.
ihtimal-i sıhhat:
sa€lamlık ve
do€ruluk ihtimali.
iltifat:
ilgi gösterme, yüzünü
çevirip bakma.
im’an-ı nazar:
bir işi dikkatli
düşünme, inceden inceye
tetkik etme.
intizam:
düzenlilik, düzgün-
lük.
istimrar:
sürme, sürüp gitme,
uzayıp gitme.
istinaden:
istinat ederek, da-
yanarak.
ittifak:
birleşme, birlik.