İ
kİNCİ
d
eLİL
-
İ
k
uR
’
ÂNî
Delil-i ihtira
’dır. Bunun hülâsası:
Mahlûkatın her nev’ine, her ferdine ve o nev’e ve o
ferde mürettep olan asar-ı mahsusasını müntiç ve isti-
dad-ı kemaline münasip bir vücudun verilmesidir. zira
hiçbir nev-i müteselsil ezelî değildir; “
imkân
” bırakmaz.
Hem de bizzarure bazının “
hudûs
”u, nazarın müşahede-
siyle ve sairleri dahi aklın hikmet nazarıyla görülür.
Vehim ve Tembih
İnkılâb-ı hakikat olmaz. Nev-i mutavassıtın silsilesi de-
vam etmez. Tahavvül-i esnaf, inkılâb-ı hakaikın gayrısı-
dır.
iŞarET
Her bir nev’in bir âdemi ve bir büyük pederi olduğun-
dan, silsilelerdeki tenasülden neş’et eden vehm-i batıl, o
âdemlerde, o evvel pederlerinde tevehhüm olunmaz.
Evet, hikmet, fenn-i tabakatü’l-arz ve ilm-i hayvanat ve
nebatat lisanıyla, iki yüz bini mütecaviz olan envaın
âdemleri hükmünde olan mebde-i evvellerinin herbirinin
müstakillen hudûsuna şahadet ettiği gibi; mevhum ve iti-
barî olan kavanin ve şuursuz olan esbab-ı tabiiye ise, bu
kadar hayretfeza silsileler ve bu silsileleri teşkil eden ve
efrat denilen dehşetengiz hadsiz makine-i acibe-i İlâhiye-
nin tasnî ve icadına adem-i kabiliyetleri cihetiyle, her bir
fert ve her bir nevi, müstakillen Sâni-i Hakîmin yed-i kud-
retinden çıktığını ilân ve izhar ediyor.
ilm-i nebatat:
botanik.
imkân:
var olması ya da yok ol-
ması noktasında zorunlu olma-
ma.
inkılâb-ı hakaik:
hakikatlerin in-
kılâbı, hakikatlerin de€işimi, dö-
nüşümü.
inkılâb-ı hakikat:
hakikatin de€i-
şimi, gerçeklerin de€işimi, dönü-
şümü.
istidad-ı kemal:
olgunluk kâbili-
yeti, yetene€i.
itibarî:
gerçek olmayan, varsayı-
lan.
kavanin:
kanunlar, yasalar.
lisan:
dil.
mahlûkat:
yaratıklar, Allah tara-
fından yaratılanlar.
makine-i acibe-i ‹lâhiye:
Allah’ın
yarattı€ı hayret veren makine.
mebde-i evvel:
ilk başlangıç, ipti-
da.
mevhum:
hakikatte olmayan,
vehim ve hayal ürünü olan.
münasip:
uygun.
müntiç:
netice veren, neticelen-
diren.
mürettep:
kurulmuş, düzenlen-
miş.
müşahede:
gözlem.
müstakillen:
kendi başına, ba-
€ımsız olarak.
mütecaviz:
aşkın, fazla, çok.
nazar:
bakış.
neş’et:
meydana gelme, oluşma,
çıkma.
nevi:
tür, çeşit.
nev-i müteselsil:
silsile halinde
birbirini takip eden neviler.
nev-i mütevassıt:
ara tür; iki
farklı türün birleşmesinden mey-
dana gelen tür.
peder:
baba, ata.
şahadet:
şahit olma, şahitlik; açık
alamet, işaret.
sair:
di€er, başka, öteki.
silsile:
zincir.
şuursuz:
idraksiz, bilgisiz.
tahavvül-i esnaf:
sınıfların de€iş-
mesi, türlerin de€işmesi, sırala-
manın de€işmesi.
tasnî:
sanatlı yapma ve yaratma.
tembih:
hatırlatma, ihtar.
tenasül:
birbirinden do€up üre-
me.
teşkil:
oluşturma, şekillendirme.
tevehhüm:
vehimlenme, yok
olanı var zannetmekle ümitsizli€e
ve korkuya düşme.
vehim:
zan, şüphe, yanlış ve
esassız düşünce.
vehm-i batıl:
hakikatsiz bir şeyi
hakikatmiş gibi düşünmek.
MuhakeMat | 169 |
u
nsuru
’
l
-a
kîde
âdem:
türünün ilk örne€i.
adem-i kabiliyet:
kabliyetin
olmaması, kabiliyetsizlik.
asar-ı mahsusa:
hususileşmiş
eserler, nişanlar, herkese ait
olmayan eserler.
bizzarure:
zarurî olarak, ister
istemez, mecburen.
cihet:
yön.
dehşetengiz:
çok dehşet ve-
rici, ürkütücü, korkunç.
delil-i ihtira:
Cenab-ı Hakkın
yeniden icat ederek yarattı€ı
şeylerden meydana gelen,
kendi zatına mahsus delil.
delil-i kur’ânî:
Kur’ân-ı Ke-
rim’e ait delil, Kur’ân-ı Ke-
rim’in gösterdi€i delil.
efrat:
fertler.
enva:
çeşitler, türler, neviler.
esbab-ı tabiiye:
tabiî, ola€an
sebepler.
evvel:
önce.
ezelî:
ezel ile ilgili, öncesiz,
başlangıçsız.
fenn-i tabakatü’l-arz:
jeoloji
ilmi.
gayr:
ayrı, başka.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hayretfeza:
hayreti artıran.
hikmet:
felsefe, hakîmlik, eş-
yanın hakikatini, kâinattaki
ve yaratılıştaki gayeleri araş-
tırma.
hudûs:
sonradan meydana
gelme, yok iken var edilme.
hükmünde:
de€erinde, yerin-
de.
hulâsa:
bir şeyin özü, esası,
temel kısmı.
icat:
vücuda getirme, yoktan
var etme.
ilm-i hayvanat ve nebatat:
hayvanlar ve bitkilere ait ilim;
zooloji ve botanik.