Tembih
Arş-ı kemalât olan marifet-i Sâniin miraçlarının usû-
lü dörttür:
• Birincisi, tasfiye ve işrake müesses olan muhakkikîn-i
sofiyenin minhacıdır.
• İkincisi, imkân ve hudûsa mebni olan mütekellimî-
nin tarikıdır.
Bu iki asıl, filvaki, Kur’ân’dan teşaub etmişlerdir. Lâ-
kin, fikr-i beşer başka surete ifrağ ettiği için, tavilüzzeyil
ve müşkülleşmiştir.
• Üçüncüsü, hükemanın mesleğidir.
Üçü de taarruz-i evhamdan masun değildirler.
• Dördüncüsü ki, belâgat-i Kur’âniyenin ulüvv-i rüt-
besini ilân eden ve istikamet cihetiyle en kısası ve vuzuh
cihetiyle beşerin umumuna en eşmeli olan mirac-ı
Kur’ânîdir. İşte, biz dahi bunu ihtiyâr ettik. Bu da iki ne-
vidir.
B
İRİNCİSİ
Delil-i inayet
’tir ki, menafi-i eşyayı tadat eden bütün
âyât-ı kur’âniye bu delile ima ve şu bürhanı tanzim edi-
yorlar.
Bu delilin zübdesi, kâinatın nizam-ı ekmelinde riayet-i
mesalih ve hikemdir. Bu ise sâniin kasıt ve hikmetini is-
pat; ve tesadüf vehmini ortadan nefyediyor.
arş-ı kemalât:
olgunlukların, mü-
kemmelliklerin zirvesi, olgunlu-
€un en yüksek derecesi.
âyât-ı kur’âniye:
Kur’ân’ın ayet-
leri.
belâgat-i kur’âniye:
Kur’ân’a ait
belâgat, Kur’ân’ın kendine has
olan belâgati.
beşer:
insan, insanlık.
bürhan:
delil, ispat, hüccet.
cihet:
yön.
delil:
bir davayı ispata yarayan
şey, burhan.
delil-i inayet:
Allah’ın inayetinin
delili, kâinattaki eşyanın menfaat
ve faydalarını bildiren ayetler, de-
liler.
eşmel:
daha, en şümullü, kapsa-
yıcı.
fikr-i beşer:
insanların fikri, in-
sanların düşüncesi.
filvaki:
vakıa, hakikaten, gerçek-
ten.
hikmet:
‹lâhî gaye, yüksek bilgi,
fayda.
hudûs:
sonradan meydana gel-
me, yok iken var edilme.
hükema:
filozoflar.
ifra€:
bir hâlden başka bir hâle
sokma, çevirme.
ihtiyâr etme:
seçme, tercih et-
me.
ilân:
yayma, duyurma.
ima:
işaretle anlatma, üstü kapalı
ifade etme.
imkân:
var olması ya da yok ol-
ması noktasında zorunlu olma-
ma.
işrak:
sezgi yoluyla bilgi edinme,
iç müşahede.
istikamet:
do€ruluk; inanç, dü-
şünce, niyet, tutum ve davranışta
Allah’ın rızasına uygun olarak
do€ru yol üzere olma.
kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlemler.
kasıt:
asıl maksat.
marifet-i Sâni:
sanatkârı (Allah)
tanıma, bilme.
masun:
korunmuş, koruma altın-
da olan.
mebni:
bina olunmuş, kurulmuş.
menafi-i eşya:
eşyanın sa€ladı€ı
menfaatler.
meslek:
gidiş, usul, yol.
minhac:
meslek, yol, açık geniş
yol.
mirac-ı kur’ânî:
Kur’ânî merdi-
ven, tabaka, derece; marifet-i Sa-
nia ulaştıran, yükselten vasıtalar-
dan en kısa, en istikametli, en
açık ve kapsamı en geniş olanı;
yalnız Kur’ân esaslarından hare-
ket edeni.
miraç:
merdiven.
müesses:
tesis edilmiş, kurulmuş
olan, kurulu.
u
nsuru
’
l
-a
kîde
| 166 | MuhakeMat
muhakkikîn-i Sofiye:
tasav-
vufla u€raşan hakikatı araştı-
ran âlimler.
müşkül:
güç, zor, çetin.
mütekellimîn:
kelâm âlimle-
ri, kelâmcılar.
nefiy:
olumsuzlama, ortadan
kaldırma.
nevi:
çeşit, tür.
nizam-ı ekmel:
en kusursuz,
en mükemmel düzen, sistem,
kanun.
riayet-i mesalih ve hikem:
maslahatlara ve hikmetlere
hürmet etmek, maksatlara
ve hikmetlere uymak.
Sâni:
her şeyi sanatlı olarak
yaratan Allah.
suret:
biçim, şekil, tarz.
taarruz-i evham:
evhamın
ilişmesi, evhamın saldırısı.
tadat:
sayma.
tanzim:
düzenleme, sıralama,
tertipleme.
tarik:
yol, meslek, seçilen
tarz.
tasfiye:
nefsi günahlardan
arındırma, kalbi cilalama.
tavilüzzeyil:
devamı uzun
olan, sonu gelmeyen.
tembih:
hatırlatma, ihtar.
tesadüf:
rastlantı.
teşaub etme:
dallanma, dal
budak peyda etme, çatalla-
ma.
ulüvv-i rütbe:
yüksek rütbe.
umum:
bütün, hepsi.
usul:
yol, tarz, üslûp, şekil.
vehim:
zan, şüphe, yanlış ve
esassız düşünce.
vuzuh:
kolay anlaşılırlık, ifa-
de açıklı€ı.
zübde:
bir şeyin en mühim
kısmı, bir şeyin özü, seçkin
kısmı .