iŞarET
Bu Kelime-i Şahadetin iki kelâmı birbirine şahid-i sa-
dıktır ve birbirini tezkiye eder. Evet, ulûhiyet nübüvvete
bürhan-ı limmî’dir; Muhammed Aleyhisselâm Sâni-i Zül-
celâl’e zatıyla ve lisanıyla bürhan-ı innî’dir.
Tembih
Hakaik-ı akaid-i İslâmiye bütün teferruatıyla kütüb-i
İslâmiyede mufassalan müberhene ve musarrahadır, gö-
rünebilir. Ve görülen şeyi göstermek, zahirin hafasına ve-
ya muhatabın gabavetine işaret ve teçhil olduğundan,
akîdenin yalnız üç-dört unsurunu beyan edeceğim. Di-
ğer hakaikini fuhul-i ulemanın kitaplarına havale ede-
rim. Zira, bana hacet bırakmamışlar.
* * *
Mukaddeme
ehl-i dikkatin malûmudur ki, makasıd-ı kur’âniyenin
fezlekesi dörttür: sâni-i Vahid’in ispatı ve nübüvvet ve
haşr-i cismanî ve adldir.
Birinci maksat delâil-i sâni beyanındadır. Bir bürhanı
da Muhammed’dir (aleyhissalâtü vesselam).
sâniin vücut ve vahdeti ispata ihtiyaçtan müstağnîdir.
lâsiyyema, Müslümanlara karşı çok derece eclâ ve azhar-
dır. Binaenaleyh, hitabımı ecanibe, bahusus japonya’ya
tevcih eyledim. zira onlar eskide bazı sualler etmiştiler;
ben de cevap vermiştim. Şimdi ihtisar ile yalnız bir-iki su-
allerine müteallik o cevabın bir parçasını söyleyeceğim.
adl:
adalet, her hak sahibine hak-
kını verme.
akîde:
iman, inanılan ve itikat
edilen esas, inanç.
aleyhisselâm:
Allah’ın selâmı
onun üzerine olsun.
azhar:
en zahir, en açık, en belli.
bahusus:
hususiyetle, en çok, he-
le.
beyan:
açıklama, bildirme, izah.
binaenaleyh:
bundan dolayı, bu-
nun üzerine.
bürhan:
delil, ispat, hüccet.
bürhan-ı innî:
hâdiselerden ka-
nunlarına, neticelerinden sebep-
lerine ve eserden müessire olan
delil. (dumanın ateşe delil olması
gibi.) kâinatta görülen eserlerden
eser sahibinin varlı€ına getirilen
delil.
bürhan-ı limmî:
tümden gelim;
eser sahibinden esere getirilen
delil.
delâil-i Sâni:
her şeyi sanatlı ya-
ratan Allah’ın varlı€ı ve birli€ine
ait deliller.
ecanip:
ecnebiler, yabancılar.
eclâ:
pek aşikâr, pek belli, pek
parlak.
ehl-i dikkat:
dikkatliler, dikkat
sahipleri.
fezleke:
özet, netice.
fuhul-i ulema:
büyük âlimlerin
ileri gelenleri, âlimlerin en de€er-
lileri, üstünleri.
gabavet:
anlayışsızlık, kalın kafa-
lılık, ahmaklık.
hacet:
ihtiyaç.
hafa:
gizli şey, sır.
hakaik:
hakikatler, do€rular, ger-
çekler.
hakaik-ı akaid-i ‹slâmiye:
‹slâmi-
yet inancının hakikatleri.
haşr-i cismanî:
cisimle, cesetle
dirilme, ruhla beraber bedenlerin
ve vücutların haşri.
havale:
bir şeyi başkasının üstü-
ne bırakma.
hitap:
söz söyleme, toplulu€a ve-
ya birisine karşı konuşma.
ihtisar:
kısaltma, özetleme.
kelâm:
söz.
kütüb-i ‹slâmiye:
‹slâm dini ile il-
gili kitaplar.
lâsiyyema:
hususan, özellikle.
lisan:
dil.
makasıd-ı kur’âniye:
Kur’ân-ı
u
nsuru
’
l
-a
kîde
| 162 | MuhakeMat
Kerîm’in maksatları, gayeleri.
maksat:
gaye.
malûm:
bilinen, bilinir olan.
müberhene:
delil ile ispatlan-
mış, gerçekli€i delil ile belli ol-
muş.
mufassalan:
tafsilatlı bir bi-
çimde, ayrıntılı ve izahlı bi-
çimde.
muhatap:
kendisine hitap
olunan, söz söylenilen kimse.
mukaddeme:
başlangıç.
musarraha:
apaçık, âşikar.
müsta€ni:
muhtaç olmayan,
gerekli bulmayan.
müteallik:
ait, alâkalı, ilgili.
nübüvvet:
nebilik, peygam-
berlik, Allah elçili€i.
şahid-i sadık:
do€ru sözlü şa-
hit.
Sâni:
her şeyi sanatlı olarak
yaratan Allah.
Sâni-i Vahid:
bir olan ve her
şeyi sanatla yaratan Allah.
Sâni-i Zülcelâl:
sonsuz bü-
yüklük sahibi ve her şeyi sa-
natla yaratan Allah.
sual:
soru.
teçhil:
cehaletle, cahillikle
suçlama.
teferruat:
ayrıntılar, dallar,
bölümler.
tembih:
hatırlatma, ihtar.
tevcih:
yöneltme, çevirme.
tezkiye:
temizleme, do€rulu-
€unu tasdik etmek.
ulûhiyet:
ilahlık, Allah’ın ha-
kimiyeti ile kainattaki her şe-
yi kendisine ibadet ve itaat
ettirmesi.
unsur:
madde, esas.
vahdet:
birlik ve teklik.
vücut:
varlık.
zahir:
dış yüz, görünüş.
zat:
kendi.