Hatime
“söylenene bak, söyleyene bakma” söylenilmiştir.
Fakat ben derim: “kim söylemiş? kime söylemiş? ne
içinde söylemiş? ne için söylemiş?” söylediği sözü gibi
dikkat etmek, belâgat nokta-i nazarından lâzımdır, belki
elzemdir.
iŞarET
Malûm olsun ki, fenn-i maani ve beyanın mezayasının
belâgatçe mühim bir şartı, kasten ve amden garazın cihe-
tine emaratla işaret ve alâmatın nasbıyla kasıt ve amdini
göstermektir. Zira, onda tesadüf bir para etmez.
Fenn-i bedîin ve tezyinat-ı lâfzıyenin şartı ise, tesadüf
ve adem-i kasıttır; veyahut tesadüfî gibi tabiat-ı manaya
yakın olmaktır.
TELvİh
Puşide olmasın ki, tabiata ve hakikat-i hariciyeye delâ-
let eden ve hükm-i zihniyi kanun-i haricî ile rapteden, ta-
bir caizse perdeyi delerek, altındaki hakkı gösteren aletle-
rin en sekkabı;
s
¿n
G
-i tahkikiyedir. Evet, şu
s
¿n
G
‘nin şu hasi-
yetine binaendir ki, Kur’ân’da kesretle istimal olunmuştur.
Tembih
Ey birader! Bu Makaledeki kavanin-i latife şu perişan
esalibden teberri ve nefret etmesi seni tağlit etmesin.
MuhakeMat | 155 |
u
nsuru
’
l
-B
elâgaT
fenn-i maani:
belâgat ilminin üç
bölümünden birinci bölümüdür.
Lâfzın, mukteza -yı hâle uygun
olup olmadı€ı bu ilmin düstur ve
kaideleriyle bilinir.
garaz:
gaye, maksat.
hakikat-ı hariciye:
dışa yansıyan
gerçeklik, hayat gibi dış alemde
yer alan varlık.
hasiyet:
bir şeye has özellik, nite-
lik.
hatime:
son söz.
hükm-i zihnî:
zihinde verilmiş
hüküm.
istimal:
kullanma.
kanun-i haricî:
bir şeyin kendisi,
esası ile ilgili olmayan, fakat o şe-
yin içinde bulundu€u ortamla ilgi-
li kanun, esas; fizikî kanunlar.
kasıt:
bir işi bile bile, isteyerek
yapma.
kasten:
bile bile, isteyerek, kasıtlı
olarak.
kavanin-i lâtife:
güzel, hoş ka-
nunlar.
kesret:
çokluk.
malûm:
bilinen, bilinir olan.
meselâ:
örne€in.
mezaya:
meziyetler, üstünlük
vasıfları.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
nasp:
koyma, yerleştirme.
nokta-i nazar:
görüş açısı, bakış
açısı; görüş, fikir.
puşide:
örtülmüş, kapalı, mestu-
re.
rapt:
ba€lama, ba€lanma, iliştir-
me.
sekkâb:
delici, delen.
tabiat:
kâinat; âlem ve içindeki-
ler.
tabiat-ı mana:
mananın tabiatı,
karakteri.
tabir:
ifade.
tağlit:
yanıltma, yanıltılma.
teberri:
sevmeyip yüz çevirme,
uzaklaşma.
telvih:
açıklama.
tembih:
hatırlatma, ihtar.
tesadüf:
rastlantı.
tesadüfî:
tesadüfle ilgili, rastgele,
tesadüf olarak.
tezyinat-ı lâfzıye:
sözle ilgili süs-
lemeler, cinas, seci gibi anlamdan
ziyade kula€a ve göze hitap eden
söz sanatları.
adem-i kasıt:
kasıt olmadan,
istemeyerek.
alâmat:
alâmetler; izler, ni-
şanlar.
amd:
kasıt, niyet, karar.
amden:
isteyerek ve bilerek,
kasten.
belâgat:
söz ve yazıda sanat-
lı ve tesirli ifade; sözün güzel
olmakla beraber yerinde, hâl
ve makama uygun olması.
binaen:
-den dolayı, bu se-
bepten.
birader:
kardeş.
caiz:
uygun.
cihet:
yön.
delâlet:
delil olma, gösterme;
alamet, işaret.
elzem:
daha (en, pek) lüzum-
lu.
emarat:
emareler, alâmetler,
nişanlar.
esalip:
üsluplar, tarzlar, cihet-
ler.
fenn-i bedî:
her şeyin güzel-
lik yönünden, bilhassa kelâ-
mın güzelli€inden bahseden
ilim.
fenn-i beyan:
belâ€at ilminin
üç bölümünden ikinci bölü-
müdür. ‹fade etme yolları
olan teşbih, mecaz ve kinaye-
den bahseden ilim.