Dokuzuncu Mesele
İrade-i cüz’iyeyi ve tasavvur-i basiti âciz bırakan kelâ-
mın yüksek tabakası şudur ki:
Mütedâhilen müteselsil olan makasıdın taaddüdü ve
mütenasilen murtabıt olan metalibin teselsülü ve netice-i
vahideyi tevlit eden asılların içtimaı ve her biri ayrı ayrı
semere veren füru-i kesîrenin istinbatına istidat veya ta-
zammunu iledir. Şöyle ki:
• Maksadü’l-makasıt olan en uzak ve yüksek hedef-i
garazdan ayrılıp gelmekte olan maksatlar, birbirine mur-
tabıt ve birbirinin noksaniyetini tekmil ve komşuluk hak-
kını eda etmekle kelâma vüs’at ve azamet verir. güya bi-
rini vazetmekle öteki ve diğeri ve başkasını ve daha baş-
kasını vazeder. Ve sağ ve solda ve her cihetin nispetini
gözetmekle birden, o makasıdı kelâmın kasr-ı müşeyye-
desine kuruyor. güya çok akılları kendi aklına muavenet
etmek için istiare etmiş, istihdam ediyor. sanki o mec-
mu-i makasıtta her bir maksat tesavir-i mütedâhileden
müşterekü’n-fîh bir cüzdür. nasıl mütedahil tasvirlerde
siyah bir noktayı bir ressam koysa, o nokta birinin gözü,
ötekisinin yüzünün hâli, berikisinin burnunun deliği, baş-
kasının ağzı olduğu gibi, kelâm-ı âlîde dahi öyle noktalar
vardır.
•
İkinci nokta:
kıyas-ı mürekkep ve müteşaab sırrıyla,
metalip tenasül edip teselsül etmektir. güya mütekellim
MuhakeMat | 145 |
u
nsuru
’
l
-B
elâgaT
nen şeyler, istekler, arzular.
muavenet:
yardım.
murtabıt:
ba€lanmış, ba€lı.
müşterekü’n-fîh:
çeşitli paylara
ayrılmış, kendisinde hisseler bu-
lunan.
mütedâhil:
tedahül eden, birbiri
içine geçen.
mütedâhilen:
iç içe girmiş şekil-
de.
mütekellim:
söyleyen, konuşan,
birinci şahıs.
mütenasilen:
birbirinden doğar
şekilde; tenasül ederek.
müteselsil:
teselsül eden, birbiri-
nin ardı sıra, zincirleme giden.
müteşaab:
şubelere ayrılmış.
netice-i vahide:
tek sonuç, bir
sonuç.
nispet:
kıyaslama; oran, ölçü.
noksaniyet:
eksiklik, noksanlık.
nokta:
konu ile ilgili bölüm.
ressam:
resim yapan, resim çizen
sanatkâr.
semere:
meyve, güzel netice.
sır:
gizli hakikat, bir şeyin dikkat
ve tecrübe ile anlaşılan en ince
yanı.
taaddüt:
birden çok olma, ço€al-
ma, sayısı artma.
tabaka:
derece, kat.
tasavvur-i basit:
karmaşık olma-
yan basit tasavvur.
tasvir:
bir şeyi yazıyla veya baş-
ka ifade tarzlarıyla anlatma.
tazammun:
ihtiva etme, içine al-
ma, içinde bulundurma.
tekmil:
tamamlama, kemâle er-
dirme.
tenasül:
birbirinden do€up üre-
me.
tesavir-i mütedâhile:
iç içe gir-
miş tasvirler.
teselsül:
zincirleme, silsile halin-
de birbirini takip etme.
tevlit:
do€urma.
vazetmek:
koymak, yerleştir-
mek.
vüs’at:
genişlik.
âciz:
zayıf, güçsüz.
asl:
kök, temel, esas.
azamet:
büyüklük.
cihet:
yön.
cüz:
parça.
eda:
yerine getirme.
füru-i kesîre:
bir bütünün
çok dallara ayrılması, çok şu-
beleşmesi, ayrıntıların fazla-
laşması.
güya:
sanki.
hedef-i garaz:
niyetin ulaş-
mak istedi€i nokta.
içtima:
toplanma.
irade-i cüz’iye:
cüz’î irade, in-
sanda bulunan sınırlı irade,
bir şeyi yapmak veya yapma-
mak konusunda Allah tarafın-
dan insanın elinde bırakılmış
istek.
istiare:
başkasından kullan-
mak üzere alma, ödünç alma,
birinden i€reti bir şey alma.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
istihdam:
bir hizmette kul-
lanma, çalıştırma.
istinbat:
bir söz veya işten
gizli bir mana çıkarma.
kasr-ı müşeyyede:
sa€lam
yapılmış büyük bina.
kelâm:
söz.
kelâm-ı âlî:
yüksek söz.
kıyas-ı mürekkep ve müte-
şaab:
birden çok mukadde-
meden meydana getirilmiş
ve şubelere, kısımlara ayrıl-
mış kıyaslar.
makasıt:
maksatlar, gayeler.
maksadü’l-makasıt:
maksat-
ların maksadı.
maksat:
gaye.
mecmu-i makasıt:
maksatla-
rın toplamı, tümü.
mesele:
önemli konu.
metalip:
talep olunan, iste-