bir küçük talebe yaptığı işi büyük âlim yapamaz. Çünkü
büyük adam herşeyde büyük olmak lâzım gelmez. Herkes
kendi sanatında büyüktür.
Kezalik, o maani-i mütezahime içinde bazen bir kü-
çük mana riyaset eder; o kıymettar oluyor. Zira onun va-
zifesi, şimdi gelecek bir esbap ile ehemmiyetlidir.
Buna işaret eden ve kıymetine menar olan sarih hü-
küm ve lâzım-ı karibinin adem-i salâhiyetidir ki, onun
hatırası için, irsal-i lâfız ve sevk-i hitap edilsin ve kelâm
dahi postacılık etsin. Zira, ya bedihî ve malûmdur, görü-
nüyor; veyahut hafif ve zayıftır, asıl garazda ehemmiyeti
yoktur. Veyahut onu hüsn-i telâkki ve kabul edecek ve
ona kulak verecek muhatap yoktur. Veyahut mütekelli-
min hâline muvafakat ve tekellüme dâî olan arzuya hiz-
met edemez. Veyahut muhatabın şe’n ve haysiyetine im-
tizaç, istimzaç edemez. Veyahut kelâmın makamında ve
müstetbeatın tevabiinde ecnebi görünüyor. Veyahut ga-
razın muhafazasına ve levazımın tedarikine müstait de-
ğildir.
Demek her bir makamda bu esbaplardan yalnız biri-
nin sözü dinlenir. Fakat umumen ittihat etseler, kelâmı
en yüksek tabakaya çıkartıyorlar.
Hatime
Bazı maani-i muallâka vardır ki, bir şekl-i muayyenesi
ve bir vatan-ı hususiyesi yoktur. Müfettiş gibi her bir da-
ireye girer.
MuhakeMat | 139 |
u
nsuru
’
l
-B
elâgaT
muhafaza:
koruma.
muhatap:
kendisine hitap olu-
nan, söz söylenilen kimse.
muvafakat:
uyma, uyuşma, uy-
gunluk.
müstait:
kabiliyetli, yetenekli
olan.
müstetbeat:
söze tâbi olan ma-
nalar, söz söylerken, söz arasında
işaretle anlatmalar.
mütekellim:
söyleyen, konuşan,
birinci şahıs.
riyaset:
reislik, başkanlık.
sarih:
açık, âşikar.
sevk -i hitap:
hitabı yollamak,
göndermek, yönlendirmek.
şe’n:
iş, durum, özellik, yapı.
şekl-i muayyene:
kesin olarak
belirli olan şekil.
tabaka:
derece, kat.
talebe:
ö€renci.
tedarik:
sa€lama, temin etme,
karşılama.
tekellüm:
söyleme, konuşma.
tevabi:
bir merkeze ba€lı olan
yerler veya şeyler.
umumen:
umumî olarak, bütün
olarak.
vatan-ı hususiye:
bir şeyin özel
yeri , mekanı.
vazife:
iş, görev.
adem-i salâhiyet:
yetkisizlik,
vazife icabı bir işi yapmaya
hakkı olmama.
âlim:
ilim ile u€raşan, ilim
adamı.
bedihî:
delil ve ispata muh-
taç olamayacak derecede
açık ve ortada olan.
dâi:
davet eden, ça€ıran.
ecnebi:
yabancı.
ehemmiyet:
önem.
ehemmiyetli:
önemli.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
garaz:
gaye, maksat.
hatime:
son söz.
haysiyet:
şeref, onur, itibar.
hüküm:
karar, emir.
hüsn-i telâkki:
iyi anlayış, iyi
kabul ediş, güzel telâkki et-
mek, anlayış gösterip iyi ni-
yetle kabul etme.
imtizaç:
uyuşma, uygunluk,
ba€daşma.
irsal-i lafz:
lafzı göndermek.
istimzaç:
birisinin mizacını,
huyunu ö€renmeye çalışma.
ittihat:
birleşme, birlik oluş-
turma.
kelâm:
söz.
kezalik:
keza, bu da öyle,
böylece.
kıymet:
de€er.
kıymettar:
kıymetli, de€erli.
lâzım-ı karip:
en yakın plan-
da.
levazım:
lâzım olan şeyler.
maani-i muallaka:
tam ola-
rak anlaşılmamış, yerine
oturmamış manalar.
maani-i mütezahime:
akla
gelmekte birbiriyle yarışma
hâlinde olan manalar.
makam:
basamak, kademe.
malûm:
bilinen, bilinir olan.
menar:
nur yeri, ışık yeri.