Yani, “
Sakalımın beyazlanmakla parlaması seni kor-
kutmasın. Zira nur-i mütecessim gibi dimağdan erimiş
sakaldan mecra bulup kendini gösteren fikir ve edebin
tebessümüdür.
”
Hem de,
m
Ö«/
°ûn
e p
ír
Ño
°üp
H s
’p
G r
¬p
Ñn
àr
æn
J r
ºn
?n
a @ m
án
Ñ«/
Ñn
°T p
?r
«n
?p
H r
ân
eÉn
f r
ón
b n
?o
ær
«n
Yn
h
Yani, “
Gece gibi gençlikte gözün nevm-i gaflette dal-
mış, ancak subuhmisal olan sakalın beyazıyla uyanabildi
.”
Hem de,
p
¬p
FBÉn
°ûr
Mn
G »/
a n
¢VÉn
Nn
h o
¬r
æp
e s
¢ün
àr
bÉn
a @ o
¬n
æ«p
Ñn
L o
ìÉn
Ñs
°üdG n
ºn
£n
d Én
ªs
fn
Én
cn
h
Yani, “
Ciriti istemek yolunda, sabah, atımın yüzüne
yed-i beyzasıyla bir tokat vurdu. Atım dahi kısasını almak
için tayyar olan subha erişti, yere vurdu, içinde dört aya-
ğıyla gezindi. Demek atım çal’dır
.”
Hem de,
»p
a É'
¡o
Ñr
?o
b Én
¡o
Ñr
?n
bn
h @ r
än
ôn
£n
N Gn
Pp
G Én
gÉn
MÉn
°To
h »p
Ñr
?n
b s
¿n
Én
c
p
¢Sn
ôn
îr
dGn
h p
âr
ªs
°üdG
Yani, “
Kalbim maşukumun kemeri gibi hareket ve hış-
hış etmekte. Onun kalbi ise, onun bileziği gibi sükûn ve
sükûttadır. Demek beli ince, bileği kalın olduğu gibi, kal-
bim müştak, onun kalbi müstağnidir. Demek, hüsün ve
aşkı ve istiğnayı ve iştiyakı bir taşla vurmuştur
.”
Hem de,
p
?s
ªn
ëo
ªr
dG p
ÜÉn
«p
©r
dG…p
P»
/
fÉn
ªn
«r
dG n
?ho
õo
f@ o
¬n
YÉn
©n
H p
§«/
Ñn
¨r
dG p
ABG n
ôr
ën
°üp
H »'
?r
dn
Gn
h
çal:
hareketli, çevik.
dima€:
akıl, şuur.
edeb:
edebiyat.
fikir:
düşünce.
u
nsuru
’
l
-B
elâgaT
| 132 | MuhakeMat
hışhış etme:
sızlama, inleme.
hüsün:
güzellik.
ihtiyar:
yaşlı.
isti€na:
ihtiyaçsızlık, gerek
duymazlık.
iştiyak:
aşırı isteme, çok faz-
la arzu etme.
kısas:
bir suç işleyenin aynı
şekilde cezalandırılması.
maşuk:
aşk ve ilgi ile sevilen,
sevgili.
mecra:
kanal.
müsta€ni:
tenezzül etme-
yen, gerekli bulmayan.
müştak:
arzulu, fazla istekli,
iştiyak gösteren.
nevm-i gaflet:
gaflet uykusu.
nur-i mütecessim:
cisimleş-
miş nur.
subuh:
sabah, sabah vakti.
subuhmisal:
sabah gibi.
sükûn:
sakinlik, durgunluk.
sükût:
sessizlik.
tayyar:
uçan, uçucu.
tebessüm:
gülümseme.
yed-i beyza:
beyaz, parlak
ve maharetli el .