MuhakeMat | 131 |
u
nsuru
’
l
-B
elâgaT
tasarruf:
idare etme, kullanma.
tehyiç:
heyecanlandırma, heye-
cana getirme.
telmih:
açıkça söylemeyip üstü
kapalı şekilde ve imalı olarak ifa-
de etme.
telmihat:
telmihler, ça€rışımlar.
temaşa:
hayretle ve dikkatle ba-
kıp seyretme.
tenezzüh:
gezinti.
tevabi:
bir merkeze ba€lı olan
yerler veya şeyler.
vüs’at:
genişlik.
belâgat:
söz ve yazıda sanat-
lı ve tesirli ifade; sözün güzel
olmakla beraber yerinde, hâl
ve makama uygun olması.
beyit:
iki mısradan oluşan şi-
ir.
cevanip:
canipler, cihetler,
yanlar, taraflar.
çal olan at:
yerinde durama-
yan, çevik at.
esalip:
üslûplar, tarzlar, cihet-
ler.
garaz:
gaye, maksat.
gubar:
toz.
hayalât:
hayaller, hülyalar.
ihtizaz:
titreme, harekete ge-
çirme.
istihsan:
güzel bulma, be€en-
me.
işarat:
işaretler, alâmetler,
belirtiler.
kasıt:
bir işi bile bile, isteye-
rek yapma.
kelâm:
söz.
levazım:
lâzım olan şeyler.
mes’ul:
sorumlu, yükümlü.
mesaib-i dehr:
zamanın mu-
sibetleri ve güçlükleri.
mesele:
önemli konu.
müstetbeat:
söze tâbi olan
manalar, söz söylerken, söz
arasında işaretle anlatmalar.
mütekellim:
söyleyen, konu-
şan, birinci şahıs.
nazenin:
nazlı, nazik, narin,
ince yapılı.
nefs-i maksat:
asıl maksat,
maksadın özü.
sakin:
sessiz.
sakit:
susan, ses çıkarmayan,
sukut eden.
suret-i terkip:
terkibin şekli,
birleştirmenin sureti.
şayan:
de€er, layık, münasip.
talep:
isteme, dileme.
Beşinci Mesele
Kelâmın servet ve vüs’ati ise,
nasıl suret-i terkip nefs-i
maksadı gösterir; öyle de müstetbeatının telmihatıyla ve
esalibin işaratıyla garazın levazım ve tevabiini göstermek
ve ihtizaza getirmektir. zira telmih ve işaret ise, sakin
olan hayalâtı ihtizaza ve sakit olan cevanibini söylettir-
mekle, kalblerin en uzak köşelerindeki istihsanı ve alkış-
lamayı tehyiç etmeye büyük bir esastır.
evet,
telmih
ve
işaret
ise, yolun etrafını temaşa ile te-
nezzüh etmek içindir, kasıt ve talep ve tasarruf için de-
ğildir. demek, mütekellim onda mes’ul olmaz. eğer is-
tersen bu beyitlerin içlerine gir. Bir derece seyre şayan
noktalar vardır:
İşte, çal olan atına binmiş, nazenin karşısında genç-
lenmek isteyen ihtiyar babanın sakalının içine bak; belâ-
gatin çok anahtarlarını bulacaksın. Al, kapıları aç. İşte:
p
ôr
gs
ódG p
íp
jÉn
bn
h o
QÉn
Ño
Z Gn
ò'
g @ Én
¡n
d o
âr
?o
b n
âr
Ñp
°Tn
h n
är
ôp
Ñn
c r
ân
?n
b
Yani, “dedi: ‘İhtiyar oldun.’ dedim: ‘değildir; belki
mesaib-i dehrin gürültüsünden ayakları altında çıkıp, sa-
kalıma konmuş bir beyaz gubardır.’”
Hem de,
p
Ün
On
’r
n
h p
…r
G s
ôdG o
?Én
°ùp
àr
Hp
G n
?Gn
P s
¿p
Én
a @ /
¬p
H p
Ò/
àn
?r
dG ¢o
VÉn
Á/
G p
?r
Yu
hn
ôo
j n
’n
h