Muhakemat - page 122

Hâl böyle iken, Arab’dan olmayan dâhil ve tufeyli Ace-
mîler, belâgat-i Arabiyede üdeba sırasına geçmeye çalış-
tıklarından, iş çığırdan çıktı. zira
bir milletin mizacı, o mil-
letin hissiyatının menşei olduğu gibi, lisan-ı millîsi de his-
siyatının ma’kesidir. Milletin emziceleri muhtelif olduğu
gibi, lisanlarındaki istidad-ı belâgat dahi mütefavittir
; lâ-
siyyema, Arabî lisanı gibi nahvî bir lisan olsa.
Bu sırra binaen, cereyan-ı efkâra mecra ve belâgat çi-
çeklerine çimengâh olmaya çok derece nakıs ve kısa ve
kuru ve kır’av olan nazm-ı lâfız, mecra-i tabiîsi olan nazm-ı
manaya mukabele ederek, belâgati müşevveş etmiştir.
zira, Acemîler sû-i ihtiyâr veya sevk-i ihtiyaçla lâfzın
tertip ve tahsinine ve maani-i lügaviyenin tahsiline daha
ziyade muhtaç olduklarından; ve elfaz, mecra olmak ci-
hetiyle daha asan ve daha zahir ve nazar-ı sathiye daha
munis ve hevam gibi avamın nazarlarını daha cazibedar
ve avamperestâne nümayişlere daha müstait bir zemin
olduğundan, elfaza daha ziyade sarf-ı himmet etmişlerdir.
Yani, ne kadar bir mesafe katederse, önlerine çok müşa-
şaa sahralar kendilerini göstermek şanında olan tertib-i
meanide olan tağalğulden zihinlerini çevirip, elfaz arkası-
na koşup, dolaşıyorlar. Maaninin tasavvurlarından sonra
elfazın arkasına gitmekle, fikirleri çatallaşmıştır. gide gi-
de elfaz manaya galebe etmekle istihdam ederek, “lâfız
manaya hizmet etmek” olan kaziye-i tabiiye aksine
çevrildiğinden, tabiat-ı belâgatten böyle lâfızperest muta-
sallıfların sanatına kadar –yok, belki tasannularına– uzun
bir mesafe girmiştir.
acemî:
Arab olmayan, Arab’dan
başkası.
arabî:
Arabların, Arablara ait.
asan:
kolay.
avam:
kültürlü, yüksek tabaka-
dan olmayan; cahil halk tabakası.
avamperestâne:
avam kimselere
yakışır şekilde, avamca.
belâgat:
söz ve yazıda sanatlı ve
tesirli ifade; sözün güzel olmakla
beraber yerinde, hâl ve makama
uygun olması.
belâgat-i arabiye:
Arab belagati,
Arab edebiyatı.
binaen:
-den dolayı.
cazibedar:
çekici, cazibeli.
cereyan-ı efkâr:
fikir akımı, fikir
hareketleri.
çimengâh:
çimenlik.
elfaz:
lafızlar, kelimeler.
emzice:
mizaçlar; huylar, tabiat-
lar.
galebe:
galip gelme, üstünlük.
hâl:
durum, vaziyet.
hevam:
böcekler, haşereler. Bu-
rada parlak ve parıltılı şeylere ko-
şan böceklere benzer şekilde,
manayı bırakıp parlak olan elfaza
daha fazla önem veren avamı va-
sıflandırmak için kullanılmıştır.
Arab dilinde şöyle bir deyim var-
dır. “El-avamü ke’l-hevam”.
hissiyat:
hisler, duygular.
istidad-ı belâgat:
belagat kabili-
yeti.
istihdam:
bir hizmette kullanma,
çalıştırma.
katetmek:
aşmak, yol almak.
kaziye-i tabiiye:
tabiî hüküm.
kır’av:
çorak tarla.
lâfızperestlik:
lafza fazla önem
vermek.
lâsiyyema:
hususan, özellikle.
lisan:
dil.
lisan-ı millî:
millî konuşma dili.
ma’kes:
ayna.
maani:
manalar, anlamlar.
maani-i lügaviye:
lügat manala-
rı.
mecra:
kanal.
mecra-i tabiî:
normal ve tabiî
akış yeri.
menşe:
esas, kaynak.
mizaç:
huy, tabiat, fıtrat.
muhtelif:
türlü türlü, çeşitli.
mukabele:
karşılık.
munis:
alışılmış, alışılan, alışık,
ünsiyetli.
mutasallıf:
haddinden fazla bil-
giçlik taslayan, şarlatan, gösteriş-
çi.
müstait:
kabiliyetli; bir tarafa
meyli olan.
müşaşaa:
şaşaalı, debdebeli, tan-
tanalı, gösterişli.
müşevveş:
teşevvüşe u€ramış,
u
nsuru
l
-B
elâgaT
| 122 | MuhakeMat
düzensiz, karmakarışık.
mütefavit:
birbirinden farklı,
çeşitli olan.
nahvî:
dil bilgisiyle ilgili.
nakıs:
noksan, eksik.
nazar:
bakış.
nazar-ı sathî:
yüzeysel bakış,
dikkatsizce yapılan inceleme.
nazm-ı lâfız:
sözlerin, mana-
ya göre de€il de kelimelere
göre dizimi, mananın lâfza fe-
da edilmesi, sırf söz ve kafiye
için düzenlenmesi.
nazm-ı mana:
mananın terti-
bi, diziliş özellikleri.
nümayiş:
gösteriş, görünüş.
sahra:
büyük çöl, geniş saha.
sarf-ı himmet:
himmetini
sarfetmek, gayret göstermek.
sevk-i ihtiyaç:
ihtiyacın yön-
lendirmesi.
sır:
gizli hakikat, bir şeyin dik-
kat ve tecrübe ile anlaşılan
en ince yanı.
sû-i ihtiyâr:
kötü seçim, seç-
menin fenalı€ı.
tabiat-ı belâgat:
belågatin
karakteri; gözel söz söyleme-
nin özelliği.
tagalgul:
meşguliyet, u€raştı-
rıcı bir özelli€e sahip olmak.
tahsil:
ilim ö€renme.
tahsin:
süsleme, güzelleştir-
me.
tasannu:
yapmacık hareket.
tasavvur:
bir şeyi zihinde şe-
killendirme, düşünme.
tertib-i maani:
manaları diz-
me, sıraya koyma.
tertip:
dizme, düzene koyma.
tufeylî:
parazit, asalak.
üdeba:
edebiyatçılar.
zahir:
açık, âşikar.
zemin:
yer.
ziyade:
çok, fazla.
1...,112,113,114,115,116,117,118,119,120,121 123,124,125,126,127,128,129,130,131,132,...332
Powered by FlippingBook