Muhakemat - page 112

seyir ve cereyan etmekle, mahşere tesadüf etmiş dağları
andırırlar. güya sema, su buharının zerratını ra’d ile si-
lâh başına davet ettiği gibi, “rahat olun!” emriyle herkes
yerine gider, gizlenir.
evet, çok defa bulut dağın libasını giydiği gibi, heyke-
li ile teşekkül etmekle beraber, bered ve karın beyazıyla
televvün ve rutubet ve bürudetiyle tekeyyüf eder. öyle
ise bulut ve dağ, komşu, arkadaştırlar. Birbirine levazıma-
tını ariye vemeye mecburdurlar. Bu uhuvvet ve mübade-
leti, kur’ân’ın çok yerleri gösterir. zira, bazen onu onun
libasında; ve ötekini berikinin suretinde bize gösterir.
Hem de tenzilin pek çok menazilinde, dağ ve bulut bir-
birinin elini tutup musafaha ettikleri vardır. nasıl kitab-ı
âlemin bir sahifesi olan zeminde muanaka ve musafaha-
ları şahittir. zira, umman-ı havada iskele hükmünde olan
dağ tepesinde lengerendaz olduklarını görüyoruz.
İkİNCİ aYET:
(1)
x
ôn
?n
àr
°ùo
ªp
d …/
ôr
én
J ¢o
ùr
ªs
°ûdGn
h
evet,
(2)
…/
ôr
én
J
bir uslûba işaret ettiği gibi,
(3)
x
ôn
?n
à°r
ùo
ªp
d
da-
hi bir hakikati telvih eder. demek caizdir ki,
…/
ôr
én
J
lâfzıy-
la şöyle bir üslûba işaret olsun. Şöyle:
Şems, demiri altından yapılmış mühezzep, müzeh-
hep, zırhlı bir sefine gibi, esirden olan ve “mevc-i mek-
fuf” tabir olunan umman-ı semada seyahat ve yüzüyor.
eğer, çendan müstakarrında lengerendazdır; lâkin o
bahr-i semada, o “zeheb-i zaib” cereyan ediyor. Fakat,
ariye:
geri verilmek üzere alınan,
kullanılmak üzere alınan ödünç
mal.
ayet:
Kur’an’ın her bir cümlesi.
bahr-i sema:
gökyüzü denizi.
bered:
daha ziyade fırtınalı hava-
larda ya€an dolu.
bürudet:
so€ukluk, so€uk olma.
caiz:
mümkün, olur, olabilir.
cereyan:
akma, bir tarafa do€ru
akış.
çendan:
gerçi, her ne kadar.
esîr:
kâinattaki boşlukları doldu-
ran, havadan hafif olup ısı ve ışı€ı
nakleden cevher.
güya:
sanki.
hakikat:
gerçek.
hükmünde:
de€erinde, yerinde.
kitab-ı âlem:
âlem kitabı, bir ki-
tap hüviyetinde olan âlem, kâi-
nat.
lengerendaz:
limanda demir at-
mış olan (gemi).
levazımat:
lüzumlu maddeler, ih-
tiyaç maddeleri.
libas:
elbise.
mahşer:
haşrolunacak, toplanıla-
cak yer; kıyamette ölülerin dirilip
toplanacakları yer.
menazil:
menziller, yerler,
konaklar.
mevc-i mekfûf:
dürülmüş, top-
lanmış dalga.
muanaka:
birbirinin boynuna sa-
rılma, kucaklaşma.
musâfaha:
selâm vermek ve sev-
gisini göstermek üzere birbirine
el uzatma.
mübadelet:
de€iş-tokuş, karşılıklı
olarak de€iştirme.
mühezzep:
süslü.
müstakar:
istikrarlı.
müzehhep:
yaldızlanmış, yaldız-
lı, tezhipli.
ra’d:
gök gürlemesi, gök gü-
rültüsü.
rutubet:
yaşlık, nem, nemli-
lik, ıslaklık.
sahife:
sayfa.
sefine:
gemi.
sema:
gökyüzü, gök.
seyir:
yürüyüş, ilerleyiş; git-
me, gidiş.
suret:
biçim, görünüş.
Şems:
Güneş.
tabir:
ifade.
tekeyyüf:
keyiflenme.
televvün:
renkten renge gir-
me, renk de€iştirme.
telvih:
açıklama, belli etme.
tenzil:
indirilme.
tesadüf:
rastlantı.
teşekkül:
şekillenme, mey-
dana gelme.
uhuvvet:
kardeşlik.
umman-ı hava:
hava okya-
nusu.
umman-ı sema:
gökyüzü ok-
yanusu.
üslûp:
ifade yolu, kendine
has ifade veya yazı tarzı.
zeheb-i zaib:
erimiş altın.
zemin:
yeryüzü.
zerrat:
zerreler, atomlar.
1.
Güneş de kendisine tayin edilmiş bir yere doğru akıp gider. (Yâsin Suresi: 38.)
2.
Akıp gider.
3.
Tayin edilen yerine, müstekarrında
u
nsuru
l
-H
akikaT
| 112 | MuhakeMat
1...,102,103,104,105,106,107,108,109,110,111 113,114,115,116,117,118,119,120,121,122,...332
Powered by FlippingBook