Muhakemat - page 109

Tembih
Ben “zahirperest” ve “nazar-ı sathî sahibi” tabiriyle
yâd ettiğim ve tevbih ve ta’nif ile teşhir ettiğim muhatab-ı
zihniyem, ağleb-i hâlde ehl-i tefrit olan ve cemal-i İslâm’ı
görmeyen ve nazar-ı sathî ile uzaktan İslâmiyet’e bakan
hasm-ı dindir. Fakat bazen, ehl-i ifrat olan, iyilik bilerek
fenalık eden dinin cahil dostlarıdır.
Beşinci belâ
: Ehl-i tefrit ve ifrat olan bîçarelerin elle-
rini tutarak zulümata atan birisi de, her mecazın her ye-
rinde taharri-i hakikat etmektir.
Evet, mecazda bir dane-i hakikat bulunmak lâzımdır
ki, mecaz ondan neşvünema bularak sümbüllensin. Veya-
hut, hakikat ışık veren fitildir; mecaz ise ziyasını tezyit
eden şişesidir.
Evet, muhabbet kalbde ve akıl dimağdadır; elde ve
ayakta aramak abestir.
Altıncı belâ
: Nazarı tams eden ve belâgati setreden,
zahire olan kasr-ı nazardır.
Demek ne kadar akılda hakikat mümkün ise, mecaza
tecavüz etmezler. Mecaza gidilse de, meali tutulur. Bu sır-
ra binaendir: Ayet ve hadisin tefsir veya tercümesi, onlar-
daki hüsün ve belâgati gösteremez.
Güya onlarca karine-i mecaz, aklen hakikatin imtinaı-
dır. Hâlbuki karine-i mania, aklî olduğu gibi, hissî ve adî
ve makamî, daha başka çok şeylerle de olabilir.
MuhakeMat | 109 |
u
nsuru
l
-H
akikaT
asıl manasında anlaşılmasını
engelleyen husus.
karine-i mecaz:
ifadenin mecaz
oldu€unu gösteren işaret.
kasr-ı nazar:
bir şey üzerinde
ehemmiyetle fazla durma, nazarı
hususen bir şeye çevirme.
makamî:
makamdan kaynakla-
nan, makamla alâkalı.
meal:
mana, anlam, mefhum.
mecâz:
bir kelimenin gerçek ma-
nasında kullanılamayıp, ilgi, alâka
ve benzerlik ba€ı bulunan başka
bir manada kullanılması.
muhabbet:
sevgi, sevme.
muhatab-ı zihniye:
kişinin zih-
ninde canlandırdı€ı dinleyici, zih-
nen muhatap kabul edilen.
nazar:
bakış.
nazar-ı sathî:
yüzeysel bakış,
dikkatsizce yapılan inceleme.
neşvünema:
yayılıp genişleme,
büyüyüp gelişme.
setr:
örtme, kapama, gizleme.
sır:
gizli hakikat.
tabir:
ifade.
taharri-i hakikat:
hakikati araş-
tırma, do€ruyu arama, araştırma,.
tams:
yok etme, belirsiz kılma.
tanîf:
şiddetli azarlama.
tecavüz:
saldırma.
tefsîr:
Kur’ân’ın mana bakımın-
dan izahı, açıklaması.
tembih:
hatırlatma, ihtar.
teşhir:
ilan etme, herkese duyur-
ma; sergileme.
tevbih:
azarlama, paylama.
tezyit:
arttırma, ço€altma.
yâd:
anma.
zahir:
dış yüz, görünüş.
zahirperest:
dış görünüşe kıymet
veren, dış görünüşe dikkat edip iç
yüze aldırış etmeyen.
ziya:
ışık, aydınlık, nur.
zulümat:
karanlıklar, dinsizlik, zu-
lüm ve külür.
abes:
boş saçma, lüzumsuz
ve gayesiz iş.
adî:
basit, baya€ı, sıradan.
a€leb-i hâl:
ço€u vaziyette,
ço€unlukla.
aklen:
akıl ile, akıl yolu ile,
akıl gere€ince.
aklî:
akla dayanan, akıl ile ilg-
lil.
ayet:
Kur’an’ın her bir cümle-
si.
belâ:
musibet, sıkıntı.
belâgat:
söz ve yazıda sanat-
lı ve tesirli ifade; sözün güzel
olmakla beraber yerinde, hâl
ve makama uygun olması.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
binaen:
-den dolayı, bu se-
bepten.
cemal-i ‹slâm:
‹slâm’ın güzel-
li€i.
dane-i hakikat:
hakikat çe-
kirde€i, tohumu.
dima€:
akıl, şuur.
ehl-i ifrat:
olması gereken-
den fazlasını talep ederek
haktan uzaklaşanlar.
ehl-i tefrit:
olması gereken-
den azı tercihle haktan uzak-
laşanlar.
güya:
sanki.
hadis:
Hz. Muhammed’e (
ASM
)
ait söz, emir, fiil veya Hz. Pey-
gamberin onayladı€ı başkası-
na ait söz, iş veya davranış.
hakikat:
gerçek.
hasm-ı din:
din düşmanı.
hissî:
hisle ilgili, hisse ait, duy-
guya ait.
hüsün:
güzellik.
imtina:
bir fiilden kaçınma,
çekinme, geri durma.
karine-i mânia:
bir kelimenin
mecaz manasıyla kullanıldığı-
nı gösteren ve o kelimenin
1...,99,100,101,102,103,104,105,106,107,108 110,111,112,113,114,115,116,117,118,119,...332
Powered by FlippingBook