İkinci ayette belâgat o kadar müstakar ve muhkem ve
parlaktır ki, seyri için güneşi durdurur.
evvelki ayet
(1)
m
ás
°†p
a r
øp
e n
ôj/
QGn
ƒn
b
naziresidir. o da onun gi-
bi bir istiare-i bediayı tazammun eylemiştir. Şöyle ki:
Cennetin evanileri şişe olmadığı gibi, gümüş dahi değil-
dir. Belki şişenin gümüşe olan mübayeneti, bir istiare-i
bedianın karinesidir. demek, şişe şeffafiyetiyle,
fidda
da-
hi beyaz ve parlaklık hasebiyle, güya cennetin kadehleri-
ni tasvir etmek için iki numunedirler ki, sâni-i rahman
bu âleme göndermiş; tâ nefis ve mallarıyla cennete müş-
teri olanların rağabatını tehyic ve iştihalarını açsın.
Aynen bunun gibi,
(2)
m
On
ôn
H r
øp
e Én
¡«/
a m
?Én
Ñp
L r
øp
e
, bir istiare-i
bedia ondan takattur ediyor. o istiarenin zemini ise, ze-
min ve asuman mabeyninde hükm-i hayal ile tasavvur
olunan müsabakat ve rekabetin tahayyülü üzerine mües-
sestir. Mezraası şöyledir ki: zemin, kar ve bered ile te-
zemmül veya taammüm eden dağlarıyla ve rengârenk be-
satiniyle süslendiği gibi, güya ona rekabeten ve inaden,
asuman dahi cibal ve besatini andıran rengârenk ile te-
şekkül eden ve dağlara nazireler yapmak için parça par-
ça dağılan bulutlarıyla sarılıp cilveger oluyor. o dağ gibi
parça parça bulutlar, sefineler veyahut dağlar veyahut
develer veyahut bostan ve dereler denilse, teşbihte hata
edilmemiş olur. o cevvdeki seyyarelerin çobanı ra’ddır.
kamçı gibi, berkini başları üzerine silkeleyip dolaştırıyor.
o musahhar sabihalar ise, o bahr-i muhit-i havaîde
MuhakeMat | 111 |
u
nsuru
’
l
-H
akikaT
caiz olmasıyla beraber, başka bir
manada kullanma sanatı.
istiare-i bedia:
daha önce eşine,
benzerine rastlanmamış şekilde
bir kelime veya cümleyi asıl ma-
nası dışında başka bir manada
kullanma sanatı.
iştiha:
fazla istek, arzu.
karine:
delil.
mabeyn:
ara.
mezraa:
tarla, ekilecek yer.
muhkem:
sa€lam, dayanıklı.
musahhar:
boyun e€en, emir al-
tına giren, istenilen hâle konul-
muş.
mübayenet:
farklılık, başkalık.
müesses:
tesis edilmiş, kurulmuş
olan, kurulu.
müsâbakât:
yarış, yarışma.
müstakar:
istikrarlı.
nazire:
benzer.
nümune:
örnek.
ra’d:
gök gürlemesi, gök gürültü-
sü.
ra€abat:
ra€betler, istekler, istek-
le karşılamalar.
rekabet:
aynı amacı güden kim-
seler arasındaki çekişme, yarış-
ma, yarış.
rekabeten:
rekabet ederek.
sâbiha:
yıldız.
Sâni-i Rahman:
bütün mahluka-
tına sayısız nimetler veren, nizam
ve adalet sahibi sanatkâr; Allah.
sefine:
gemi.
seyyare:
gezegen.
şeffafiyet:
şeffaflık, şeffaf olma
hali, saydamlık.
taammüm:
sarık sarma, amame
takma.
tahayyül:
hayale getirme, haya-
linde canlandırma.
takattur:
damlama, damla damla
akma.
tasavvur:
bir şeyi zihinde şekil-
lendirme, düşünme.
tasvir:
bir şeyi yazıyla veya baş-
ka ifade tarzlarıyla anlatma.
tazammun:
ihtiva etme, içine al-
ma, içinde bulundurma.
tehyîc:
heyecanlandırma, heye-
cana getirme.
teşbih:
benzetme.
teşekkül:
kurulma, oluşma, şekil-
lenme.
tezemmül:
bürünme, sarılma, ör-
tünme.
zemin:
yeryüzü.
âlem:
dünya, cihan.
asuman:
gökyüzü, sema.
ayet:
Kur’an’ın her bir cümle-
si.
bahr-i muhit-i havaî:
hava
denizi.
belâgat:
söz ve yazıda sanat-
lı ve tesirli ifade; sözün güzel
olmakla beraber yerinde, hâl
ve makama uygun olması.
bered:
daha ziyade fırtınalı
havalarda ya€an dolu.
berk:
şimşek.
besatin:
bostanlar, sebze
bahçeleri.
bostan:
sebze bahçesi.
cevv:
atmosfer, yer ile gök
arası.
cibal:
da€lar.
cilveger:
cilve ve naz eden,
cilveli.
evânî:
kapkacaklar, kaplar.
evvel:
önce.
fidda:
gümüş.
güya:
sanki.
haseb:
dolayı, cihetince, ge-
re€ince.
hükm-i hayal:
hayale daya-
nılarak verilen karar.
inaden:
inat olsun diye, inat
için.
istiare:
bir kelimeyi konuldu-
€u manada kullanmanın da
1.
Gümüşten billurlar (şişeler).
2.
Dağ gibi bulutlardan doluyu indirir.