Elhasıl:
Maksad-ı İlâhîsi nizam ve intizamı göstermek-
tir. nizam ise, Şems gibi parlıyor.
(1)
r
?n
°ùn
J n
’n
h n
?°n
ùn
©r
dG p
?o
c
kaidesine binaen, nizamı intaç eden hareket-i Şems ve-
yahut deveran-ı Arz, hangisi olursa olsun, asıl maksadı
ihlâl etmediği için, sebeb-i aslînin taharrisine mecbur de-
ğiliz. Meselâ
n
?Én
b
’nin
elif
’iyle hıffet hasıldır. Aslı ne olur-
sa olsun,
vav
’a bedel
kaf
dahi olsa, fark etmez; yine
elif
,
elif
ve hafiftir.
iŞarET
Bu tasviratla beraber, hiss-i zahire istinaden, zahir mu-
taassıbâne bir cümud-i baridi göstermek, nasıl ki belâga-
tin hararet ve letafetine münafidir; öyle de, delil-i Sâni
olan nizam-ı âlemin esası olan hikmetullahın şahidi olan
istihsan-ı akliye carih ve muhaliftir. Şöyle:
Meselâ, Süphan Dağına çok fersahla uzak bir mesafe-
den müteveccih olsan ve istesen ki, Süphan senin cihat-ı
erbaana mukabil gelse, veyahut her cihete mukabil olarak
görmüşsün, bu tebdil ve tebeddüle lâzım olan rahat bir
sebebi olan kaç hareket-i vaziyye ile birkaç adım atmak
gibi en kısa yolu terk ve Süphan Dağı gibi dehşetli bir
cirm-i azîmi seni hayrette bırakacak bir daire-i azîmeyi kat’
etmesini tahayyül veya teklif etmek gibi gayet uzun bir yo-
lu ve israf ve abesiyete acib bir misali nizam-ı âleme esas
tutmak, bence nizama cinayet etmektir.
abesiyet:
faydasız, boş, lüzumsuz
ve gayesiz oluş.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
bedel:
karşılık.
belâgat:
söz ve yazıda sanatlı ve
tesirli ifade; sözün güzel olmakla
beraber yerinde, hâl ve makama
uygun olması.
binaen:
-den dolayı, bu sebep-
ten.
carih:
yaralayan, yara açan.
cihat-ı erbaa:
dört cihet; sa€, sol,
ön, arka.
cihet:
yön.
cinayet:
cana kıyma, katl veya
bu derecede a€ır bir suç.
cirm-i azîm:
büyük cüsse, büyük
hacim.
cümud-i bâridî:
buz gibi so€uk-
luk, dondurucu so€uk.
daire-i azîme:
geniş ve büyük
daire.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
delil-i Sâni:
sanatkâra ait delil, Al-
lah’ın varlı€ını ve birli€ini göste-
ren delil.
deveran-ı arz:
Dünya’nın dönü-
şü.
elhasıl:
hasılı, netice itibariyle, kı-
saca.
fersah:
uzunluk ölçü birimi, çok-
luk manasında kullanılır.
gayet:
son derece.
hararet:
sıcaklık.
hareket-i Şems:
Güneş’in hare-
keti.
hareket-i vaziyye:
hareket tarzı,
hareket şekli.
hasıl:
meydana gelme, ortaya
çıkma.
hiffet:
hafiflik.
hikmetullah:
Allah’ın hikmeti.
hiss-i zahir:
açı€a çıkmış duygu,
zahir olan duygu.
ihlâl:
bozma, zarar verme.
intaç:
netice verme, sonuçlandır-
ma.
intizam:
düzenlilik, düzgünlük.
istihsan-ı akliye:
akıl tarafın-
dan be€enilme, aklın güzel
bulması.
istinaden:
istinat ederek, da-
yanarak.
kaide:
kural, esas, düstur.
letafet:
latiflik, hoşluk, ince-
lik.
maksat:
kastedilen şey; gaye.
maksat-ı ‹lâhî:
‹lahî maksat.
meselâ:
örne€in.
misal:
benzer, örnek.
muhalif:
zıt, aykırı.
mukabil:
karşılık.
mutaassıbâne:
taassup gös-
terircesine, mutaassıpça, kö-
rükörüne.
münafi:
zıt, aykırı.
müteveccih:
bir cihete dö-
nen, yönelen.
nizam:
düzen, tertip; düzgün-
lük.
nizam-ı âlem:
Cenab-ı Hak-
kın kâinata koymuş oldu€u
düzen, dünya düzeni.
sebeb-i aslî:
asıl sebep.
Şems:
Güneş.
taharri:
arama, araştırma.
tahayyül:
hayale getirme,
hayalinde canlandırma.
tasvirat:
tasvirler, resmini
yapmalar, bir şeyi çeşitli ifade
şekilleri ile anlatmalar.
tebeddül:
başkalaşma, de€iş-
me.
zahir:
dış yüz, görünüş.
1.
Bal ye; sorma! (Üzümünü ye, bağını sorma gibi.)
u
nsuru
’
l
-H
akikaT
| 114 | MuhakeMat