ettiğinden, muvazeneti muhafaza olunmuştur. demek,
dağlar o geminin demir ve direkleri hükmündedirler.
Saniyen:
İnkılâbat-ı dâhiliyeden ihtizazat o dağlar ile
iskât olunurlar. zira, dağlar yerin mesamatı hükmünde-
dir. dâhilî bir heyecan olduğu vakit, Arz dağlar ile tenef-
füs ettiğinden, gazabı ve hiddeti sükûnet bulur. demek
Arz’ın sükûn ve sükûneti dağlar iledir.
Salisen:
İmaret-i Arz’ın direği beşerdir. Hayat-ı beşe-
rin direği dahi, menabi-i hayat olan mâ ve türab ve ha-
vanın istifadeye lâyık suretiyle muhafazalarıdır. Hâlbuki,
şu üç şerait-i hayatın kefili dahi dağlardır. zira, dağ ve ci-
bal mehazin-i mâ olduğu gibi, cezb-i rutubet hasiyetiyle
havaya meşşata oluyor. Hararet ve bürudeti tadil ettiği
gibi, havaya mahlût olan muzır gazların teressübüne ve
havanın tasfiyesine sebep olduğu gibi, toprağa da terah-
hum ediyor. Çamurluk ve bataklık ve bahrin tasallutun-
dan muhafaza eder.
Rabian:
Belâgatçe vech-i münasebet ve müşabehet
budur: Faraza bir adam hayal balonuyla küreden yüksek
yere uçarsa, dağların silsilelerine baksa, acaba tabaka-i
türabiyeyi direkler üstüne serilip atılmış bedevi haymeler
gibi tahayyül ederse ve münferit dağları da bir direk üs-
tünde kurulan bir çadıra benzetilse, acaba tabiat-ı haya-
le muhalefet olur mu?
Faraza sen o silsileleri müstakil dağlarla beraber sath-ı
arza keyfiyet-i vaziyeti, bir bedevî Arab’ın karşısında
tasvir tarzında tahayyül ve tahyil edersen, şöyle: “Bu
arz:
yer, dünya.
bahr:
deniz.
bedevî:
çölde ve iptidaî tarzda
yaşayan, medenî olmayan.
belâgat:
söz ve yazıda sanatlı ve
tesirli ifade; sözün güzel olmakla
beraber yerinde, hâl ve makama
uygun olması.
beşer:
insan, insanlık.
bürudet:
so€ukluk, so€uk olma.
cezb-i rutubet:
rütubeti çekmek.
cibal:
da€lar.
dahilî:
içe ait, içe dönük, iç ile il-
gili.
faraza:
farz edelim ki, öyle saya-
lım ki, söz gelişi.
gazap:
kızgınlık, hiddet, öfke.
hararet:
sıcaklık.
hasiyet:
bir şeye has özellik, nite-
lik.
hayat-ı beşer:
insanın hayatı.
hayme:
çadır.
hiddet:
öfke, kızgınlık.
hükmünde:
de€erinde, yerinde.
ihtizazat:
depremler, titremeler.
imaret-i arz:
Dünya’nın şenlen-
dirilmesi.
inkılâbat-ı dahiliye:
dahilî inki-
lâplar, içe ait de€işimler ve dönü-
şümler.
iskât:
sukut ettirme, susturma.
istifade:
faydalanma, yararlan-
ma.
kefîl:
kefalet eden, sorumlulu€u
üzerine alan.
keyfiyet-i vaziyet:
bir şeyin vazi-
yetinin ne oldu€u, durumunun
aslı, esası.
küre:
dünya, yeryüzü.
mahlût:
karışım.
mehazin-i mâ:
suyun depo edil-
di€i yerler.
menabi-i hayat:
hayatın kaynak-
ları.
mesamat:
mesamlar, delikler,
gözenekler.
meşşât:
tarak yapan, tarakçı.
muhafaza:
koruma.
u
nsuru
’
l
-H
akikaT
| 104 | MuhakeMat
muhalefet:
zıtlık, aykırılık,
ayrılık.
muvazenet:
denge.
muzırr:
zararlı, zarar veren.
münferit:
tek tek olan, kendi
başına, ayrı.
müstakil:
başlı başına, ba-
€ımsız.
rabian:
dördüncü olarak.
salisen:
üçüncü olarak.
saniyen:
ikinci olarak.
sath-ı arz:
yeryüzü, rûy-i ze-
min.
silsile:
sırada€.
suret:
biçim, şekil, tarz.
sükûn:
sakinlik, durgunluk.
sükûnet:
sakinlik, durgunluk.
şerait-i hayat:
hayat şartları.
tabaka-i turabiye:
toprak ta-
bakası.
tabiat-ı hayal:
hayalin tabia-
tı, karakteri.
tadil:
do€rultma, düzeltme,
denkleştirme.
tahayyül:
hayale getirme,
hayalinde canlandırma.
tahyil:
akla getirme, fikre ge-
tirme, zihinde canlandırma.
tasallut:
son derece rahatsız
etme, musallat olma.
tasfiye:
saflaştırma, arıtma,
temizleme.
tasvir:
bir şeyi yazıyla veya
başka ifade tarzlarıyla anlat-
ma.
teneffüs:
nefes alma, soluk-
lanma, solunum.
terahhum:
merhamet etme,
acıma.
teressüp:
süzülme, çökelme,
durulma.
türab:
toprak.
vech-i münasebet ve müşa-
behet:
alâka kurma ve ben-
zetme tarzı.