sene de fasıl olsa. kezalik, Ye’cüc ve Me’cüc’ün ihtilâlle-
ri, nev-i beşerin şeyhuhetinden gelme bir humma ve sıt-
ması hükmündedir.
Bundan sonra “on İkinci Mukaddeme”nin fatihasında
bir tevil-i aher sana feth-i bab eder. Şöyle:
kur’ân, hısas için kasası zikrettiği gibi, ukad-ı hayatiye
hükmünde ve makasıd-ı kur’âniyeden bir maksadına
münasip noktaları intihap ve rabt-ı maksada ittisal ettiri-
yor. eğerçi hariçte ve husulde birbirinin nârı veya nuru
birbiriyle görünmediği hâlde, zihninde ve üslûpta teanuk
ve musahabet edebilirler. Hîna ki, kıssa hisse içindir. sa-
na ne lâzım? teşrihatı nasıl olursa olsun, sana taallûk
edemez. kendi hisseni al, git. Hem de “onuncu Mukad-
deme”den istizhar et. göreceksin:
Mecaz mecaza kapı
açar.
(1)
m
án
Äp
ªn
M m
ør
«n
Y »/
a
(
¢o
ùr
ªs
°ûdG
)
o
Üo
ôr
¨n
J
zahirperestleri dı-
şarıya sürüyor.
Malûm olsun ki, esalib-i Arab’da tecelli eden hüccetul-
lahın miftahı, yalnız istiare ve mecaz üzerine müesses ve
asl-ı i’caz olan belâgattir. Yoksa, şöhret sebebiyle yalan-
cı hadsle lâkita olunan ve rızaları olmadığı hâlde esdaf-ı
âyâtta saklanan boncuklar değildir. İstersen “onuncu
Mukaddeme”nin Hatimesini istişmamla zevk et. zira, hi-
tamı misktir; ve içinde baldır.
Hem de caizdir ki, meçhulü’l-keyfiyet olan set, başka
yerde sair alâmat-ı kıyamet gibi mestur ve kıyamete
kadar bâkî ve bazı inkılâbatıyla meçhul kalarak, kıyamet-
te harap olacaktır.
MuhakeMat | 99 |
u
nsuru
’
l
-H
akikaT
istihzar:
bir şeyi hatıra getirme,
hatırlama.
istişmam:
koklama, kokusunu al-
ma.
ittisal:
bitişme, birleşme.
kasas:
kıssalar, hikayeler.
kezalik:
keza, bu da öyle, böyle-
ce.
kıssa:
anlatılan olay, hikaye.
kıyamet:
bütün kâinatın Allah ta-
rafından tayin edilen bir vakitte
yıkılıp mahvolması.
lâkita:
sokakta bulunmuş ve yer-
den kaldırılıp alınmış şey.
makasıd-ı kur’âniye:
Kur’ân-ı
Kerîm’in maksatları, gayeleri.
maksat:
gaye.
malûm:
bilinen, bilinir olan.
mecaz:
bir kelimenin gerçek ma-
nasında kullanılamayıp, ilgi, alâka
ve benzerlik ba€ı bulunan başka
bir manada kullanılması.
meçhulü’l-keyfiyet:
keyfiyetinin
ne oldu€u bilinmeyen.
mestur:
gizli, örtülü.
miftah:
açan alet, anahtar.
misk:
bir ceylan cinsinin erke€i-
nin göbe€inden elde edilen güzel
koku.
mukaddeme:
başlangıç.
musahabet:
görüşüp sohbet et-
mek, arkadaşlık.
müesses:
tesis edilmiş, kurulmuş
olan, kurulu.
münasip:
uygun.
nâr:
ateş.
nev-i beşer:
insano€lu, insanlar.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
rabt-ı maksat:
maksadın ba€ı,
maksada kavuşmak.
rıza:
razı olma, hoşnutluk.
sair:
di€er, başka, öteki.
şeyhuhet:
şeyhlik, yaşlılık, ihti-
yarlık.
taallûk:
alâkalı, münasebetli ol-
ma.
teanuk:
birbirinin boynuna sarıl-
ma, kucaklaşma.
tecelli:
belirme, bilinme, görün-
me.
teşrihat:
açıklamalar.
tevil-i aher:
di€er tevil, başka te-
vil.
ukad-ı hayatiye:
hayatî dü€üm-
ler, can alıcı noktalar.
üslûp:
ifade yolu, kendine has
ifade veya yazı tarzı.
zahirperest:
dış görünüşe kıymet
veren, dış görünüşe dikkat edip iç
yüze aldırış etmeyen.
zikir:
anma, bildirme.
alâmat-ı kıyamet:
kıyametin
alametleri.
asl-ı i’caz:
karşısındakini acze
düşürmedeki mu’cize halinin
aslı, esası.
belâgat:
söz ve yazıda sanatlı
ve tesirli ifade; sözün güzel
olmakla beraber yerinde, hâl
ve makama uygun olması.
caiz:
mümkün, olur, olabilir.
esalib-i arab:
Arabların şiir
ve edebiyatlarında kullandık-
ları üslûpları, Arab kelâmının
kalıpları.
esdaf-ı âyât:
ayetlerin sadef-
leri.
fasıl:
ara, aralık.
fatiha:
başlama, giriş.
feth-i bab:
kapının açılması.
hads:
zan, tahmin.
hatime:
son söz.
hısas:
kıssadan alınan dersler.
hîna ki:
ne zaman ki.
hitam:
netice, son.
humma:
sıtma, humma.
husul:
olma, meydana gelme.
hüccetullah:
‹lahî hüccet.
hükmünde:
de€erinde, yerin-
de.
ihtilâl:
bozulma, karışıklık, in-
tizamsızlık.
intihap:
seçme.
istiare:
bir kelimeyi konuldu-
€u manada kullanmanın da
caiz olmasıyla beraber, başka
bir manada kullanma sanatı.
1.
Güneş hararetli ve çamurlu bir çeşme suyunda gurûb etti. (Kehf Suresi: 86.)