eğer istersen Harirî gibi bir dâhiye-i edebin
Maka-
mat’
ına gir, gör. o dâhiye-i edeb nasıl hubb-i lâfza mağ-
lûp olarak, lâfızperestlik hevesi o kıymettar edebini leke-
dar ettiği gibi, lâfızperestlere de bast-ı özür etmiştir ve
numune-i imtisal olmuştur. onun için, o koca Abdülka-
hir, bu hastalığı tedavi etmek için
Delâil-i İ’caz
ve
Esra-
rü’l-Belâgat
’in bir sülüsünü onun ilâçlarından doldurmuş-
tur.
Evet, lâfızperestlik bir hastalıktır; fakat bilinmez ki has-
talıktır.
Tembih
Lâfızperestlik nasıl bir hastalıktır; öyle de, suretperestlik
ve üslûpperestlik ve teşbihperestlik ve hayalperestlik ve ka-
fiyeperestlik, şimdi filcümle, ileride ifratla tam bir hasta-
lık ve manayı kendine feda edecek derecede bir maraz
olacaktır. Hatta, bir nükte-i zerafet için veya kafiyenin
hatırı için, çok edib edebde edepsizlik etmeye şimdiden
başlamışlardır.
Evet, lâfza ziynet verilmeli, fakat tabiat-ı mana istemek
şartıyla. Ve suret-i manaya haşmet vermeli, fakat mealin
iznini almak şartıyla. Ve üslûba parlaklık vermeli, fakat
maksudun istidadı müsait olmak şartıyla. Ve teşbihe rev-
nak vermeli, fakat matlubun münasebetini göze almak ve
rızasını tahsil etmek şartıyla. Ve hayale cevelân ve şaşaa
vermeli, fakat hakikati incitmemek ve ağır gelmemek ve
hakikate misal olmak ve hakikatten istimdat etmek şartıy-
la gerektir.
* * *
MuhakeMat | 123 |
u
nsuru
’
l
-B
elâgaT
matlûp:
talep edilen, istenilen
şey.
meal:
mana, anlam, mefhum.
misal:
örnek.
münasebet:
ilgi, ilişki, ba€.
müsait:
uygun, münasip.
numune-i imtisal:
örnek alına-
cak şekildeki nümune, örnek nü-
mune.
nükte-i zerafet:
ince ve zarif bir
tarzda söyleyiş.
revnak:
parlaklık, göz alıcılık.
suret-i mana:
lafzın görünüşte
delalet etti€i mana.
suretperestlik:
bir şeyin dış gö-
rünüşüne ve tertibine önem ve-
rip, ruhuna ve manasına kıymet
vermeme, dış görünüşe önem
verme hâli.
sülüs:
üçte bir.
şaşaa:
parlaklık, parlama.
tabiat-ı mana:
mananın tabiatı,
karakteri.
tahsil:
alma, kazanma.
tembih:
hatırlatma, ihtar.
teşbih:
benzetme.
teşbihperestlik:
sözde lüzumun-
dan fazla teşbihe yer verme.
üslûp:
bir eserin şekil ve ifade
yönü.
üslûpperestlik:
sözün mana ve
maksada uygunlu€una de€il de
ifade tarzının güzelli€ine önem
verme.
ziynet:
süs.
bast-ı özür:
bir hatayı işleye-
rek başkalarına da örnek ol-
mak, aynı hatayı işlemelerine
zemin hazırlamak.
cevelân:
dolaşma, dolanma,
gezinme.
dâhiye-i edeb:
edebiyatta
dahi olan, eşine az rastlanan
büyük edip.
edeb:
edebiyat.
edepsizlik:
terbiyesizlik.
edib:
edebiyatçı.
fedâ:
u€runa verme.
filcümle:
hepsi, bütünü.
hakikat:
gerçek.
haşmet:
ihtişam, heybet, bü-
yüklük.
hayalperestlik:
hayalcilik,
gerçe€i bir tarafa bırakarak
sadece hayallerle u€raşma.
heves:
bir şeye karşı duyulan
istek, arzu.
hubb-i lâfız:
lâfız sevgisi, gü-
zel söze –manasını dikkate
almadan– aşırı ba€lılık.
ifrat:
aşırılık, pek ileri gitme.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
istimdat:
medet dileme, im-
dat isteme, yardım alma.
kafiyeperestlik:
kafiye için
manayı feda edecek derece-
de kafiyeye ehemmiyet ver-
me, birinci derecede kafiyeyi
düşünüp, manayı arka plâna
atma.
kıymettar:
kıymetli, de€erli.
lâfız:
söz, kelime.
lâfızperestlik:
lafza fazla
önem vermek.
lekedâr:
lekeli, lekelenmiş.
ma€lûp:
yenilme, kendisine
galip gelinmiş.
maksut:
kast edilen şey, ga-
ye.
maraz:
hastalık.