iŞarET
Kalbinde nokta-i istimdat, nokta-i istinat ile, vicdan-ı
beşer Sânii unutmamaktadır. Eğer, çendan dimağ tatil-i
eşgal etse de, vicdan edemez; iki vazife-i mühimme ile
meşguldür. Şöyle ki:
• Vicdana müracaat olunsa, kalb bedenin aktârına
neşr-i hayat ettiği gibi, kalb gibi kalbdeki ukde-i hayatiye
olan marifet-i Sâni dahi, ceset gibi istidadat-ı gayr-i mah-
dude-i insaniye ile mütenasip olan âmâl ve müyul-i
müteşaibeye neşr-i hayat eder; lezzeti içine atar ve kıymet
verir ve bast ve temdit eder. İşte nokta-i istimdat…
• Hem de bununla beraber, kavga ve müzahametin
meydanı olan dağdağa-i hayata peyderpey hücum göste-
ren âlemin binler musibet ve mezahimlere karşı yegâne
nokta-i istinat, marifet-i Sâni’dir.
Evet, her şeyi hikmet ve intizamla gören Sâni-i Ha-
kîm’e itikat etmezse ve alelamya tesadüfe havale ederse
ve o beliyyata karşı elindeki kudretin adem-i kifayetini
düşünse, tevahhuş ve dehşet ve telâş ve havftan mürek-
kep bir hâlet-i cehennemnümun ve ciğerşikâfta kaldığın-
dan, eşref ve ahsen-i mahlûk olan insan her şeyden daha
perişan olduğundan, nizam-ı kâmil-i kâinatın hakikatine
muhalif oluyor. İşte nokta-i istinat. Evet, melce yalnız ma-
rifet-i Sâni’dir.
Demek şu iki nokta ile bu derece nizam-ı âlemde hü-
kümfermalık, hakikat-i nefsü’l-emriyenin hassa-i münha-
sırası olduğu için, her vicdanda iki pencere olan şu iki
noktadan vücud-i Sâni tecelli ediyor. Akıl görmezse de,
fıtrat görüyor. Vicdan nezzardır, kalb penceresidir.
insaniye:
insanda var olan sınırsız
kabiliyetler.
itikat:
inanç, iman.
kıymet:
de€er.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
marifet-i Sâni:
eşyayı tam bir hü-
ner ve sanatla vücuda getiren sa-
natkârın marifeti.
melce:
sı€ınılacak yer.
mezahim:
eziyetler, sıkıntılar,
zahmetler, zorluklar, belâlar.
muhalif:
zıt, karşıt.
müracaat:
başvurma, danışma.
mürekkep:
terkip edilmiş, iki ve-
ya daha çok şeyin karışmasından
meydana gelen bileşik.
musibet:
felâket, belâ.
mütenasip:
uygun olan, her ba-
kımdan birbirine denk, ölçülü,
orantılı.
müyul-i müteşaibe:
çeşitli şube-
leri olan meyiller, çeşitli arzular,
çeşitli meyiller.
müzahamet:
bir yere itişe kakı-
şa hücum etme.
neşr-i hayat:
hayat yaymak, ha-
yat da€ıtmak.
nezzar:
seyirci, seyreden.
nizam-ı âlem:
Cenab-ı Hakkın kâ-
inata koymuş oldu€u düzen,
dünya düzeni.
nizam-ı kâmil-i kâinat:
kâinatta-
ki mükemmel nizam, düzen.
nokta:
konu ile ilgili bölüm.
nokta-i istimdat:
yardım ve me-
det isteme noktası.
nokta-i istinat:
dayanak noktası,
güvenme ve itimat noktası.
peyderpey:
arka arkaya, ardı sı-
ra, yavaş yavaş.
Sâni:
her şeyi sanatlı olarak yara-
tan Allah.
Sâni-i hakîm:
hikmet sahibi olan,
her şeyi sanatla ve hikmetle ya-
ratan Allah.
tatil-i eşgal:
işe ara verme, grev.
tecelli:
belirme, görünme.
temdit:
devam ettirme, çekip
uzatma.
tesadüf:
rastlantı.
tevahhuş:
yalnızlaşma, vahşileş-
me, yabancılaşma.
ukde-i hayatiye:
hayatla ilgili dü-
€üm, hayat dü€ümü.
vazife-i mühimme:
önemli vazi-
fe, görev.
vicdan:
insanın içindeki, iyiyi kö-
tüden ayırabilen, iyilik etmekten
lezzet duyan ve kötülükten elem
alan manevî his.
vicdan-ı beşer:
beşerin vicdanı,
insanların vicdanı.
vücud-i Sâni:
her şeyi sanatla ya-
ratan Allah’ın varlı€ı.
yegâne:
biricik, tek, yalnız.
MuhakeMat | 165 |
u
nsuru
’
l
-a
kîde
adem-i kifayet:
kâfi gelme-
me, yetersizlik.
ahsen-i mahlûk:
yaratılanla-
rın en güzeli.
aktâr:
taraflar, yanlar, her ta-
raf, her yer.
alelamya:
körü körüne, so-
rup soruşturmadan.
âmâl:
emeller, arzular, istek-
ler.
bast:
yayma, serme, döşeme.
beliyyat:
belâlar, felâketler,
kederler, tasalar.
çendan:
gerçi, her ne kadar.
ci€erşikâf:
ci€er parçalayan,
çok acı veren.
da€da€a-i hayat:
hayatın te-
laşı, ıztırabı, sıkıntısı.
dehşet:
büyük tehlike karşı-
sında korkma ve şaşırıp kal-
ma.
dima€:
akıl, şuur.
eşref:
en şerefli, daha şerefli,
en iyi, en güzel.
fıtrat:
yaratılış, tabiat, mizaç,
huy.
hakikat:
gerçek, esas.
hakikat-i nefsü’l-emriye:
bir
şeyin özünde Allah’ın koydu-
€u hakikat.
hâlet-i cehennemnümun:
cehennem gibi çok azap veri-
ci hâl.
hassa-i münhasıra:
yalnızca
birine ait olan özellik.
havale:
bir şeyi başkasının
üstüne bırakma.
havf:
korku, korkma.
hikmet:
‹lahî gaye, yüksek
bilgi, fayda.
hükümferma:
hükümran,
hüküm süren.
intizam:
düzenlilik, düzgün-
lük.
istidadat-ı gayr-i mahdude-i