İkinci Maksat
Mukaddeme
Eğer desen:
“dibacede demiştin: ‘kelime-i Şahadetin
ikinci kelâmı birincisine şahit ve meşhuttur.’”
Elcevap:
neam, evet. Marifetullah denilen kâbe-i ke-
malâta giden minhaçların en müstakim ve en metîni,
sahib-i Medine-i Münevvere Aleyhisselâtü Vesselamın
yaptığı tarik-ı hadid-i beyzasıdır ki, ruh-i hidayet hükmün-
de olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, avalim-i
gaybın mişkât ve zücacesi hükmünde olan kalbinin
ma’kes ve tercümanı makamında olan lisan-ı sadıkı, be-
rahin-i sâniin en sadık bir delil-i zîhayat ve bir hüccet-i
natıka ve bir bürhan-ı fasihtir. evet, hem zatı hem lisanı
birer bürhan-ı neyyirdir.
neam,
hilkat tarafından zat-ı Muhammed bürhan-ı
bâhirdir; hakikat canibinden lisanı, şahid-i sadıktır
. evet,
Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, hem sânia, hem
nübüvvete, hem haşre, hem hakka, hem hakikate bir
hüccet-i kàtıadır. tafsili gelecektir.
Tembih
“Devir” lâzım gelmez. Zira sıdkının delâili, Sâniin
delâiline tevakkuf etmez.
ma yeri.
maksat:
gaye.
marifetullah:
Allah’ı tanıma, an-
lama, bilme.
meşhut:
.
metin:
sa€lam ve dayanıklı.
minhaç:
meslek, yol, açık geniş
yol.
mişkât:
kandil.
mukaddeme:
başlangıç.
müstakim:
do€ru.
neam:
evet, do€ru.
nübüvvet:
nebilik, peygamberlik,
Allah elçili€i.
ruh-i hidayet:
hidayetin, do€ru-
lu€un ruhu.
sadık:
do€ru, gerçek; sözünde,
vaadinde, işinde do€ru olan.
Sahib-i Medine-i Münevvere
aleyhisselâm:
Medine-i Münev-
vere’nin sahibi olan Peygamber
Efendimiz
(
ASM
)
.
Sâni:
her şeyi sanatlı olarak yara-
tan Allah.
sıdk:
do€ruluk.
şahid-i sadık:
do€ru sözlü şahit.
tafsil:
etraflıca bildirme, ayrıntılı
anlatma.
tarik-ı hadid-i beyza:
beyaz çelik
gibi sa€lam yol.
tembih:
hatırlatma, ihtar.
tevakkuf:
ilgili olma, ba€lı olma.
zat:
ululuk sahibi kişi, şahıs (
ASM
).
zat-ı Muhammed:
Hz. Peygam-
berin (s.a.v) zatı, kişili€i.
zücace:
cam, şişe, sırça
MuhakeMat | 183 |
u
nsuru
’
l
-a
kîde
aleyhisselâm:
Allah’ın selâmı
onun üzerine olsun.
avalim-i gayp:
gayb âlemleri.
berahin-i Sâni:
sanatkârı gös-
teren bürhanlar, deliller.
bürhan-ı bâhir:
büyük ve ge-
niş delil.
bürhan-ı fasih:
aşikâr, açık
delil.
bürhan-ı neyyir:
parlak ve
nurlu bürhan, parlak delil.
canip:
yan, yön, cihet, taraf.
delâil:
deliller, bürhanlar, is-
pat vasıtaları.
delil-i zîhayat:
canlı delil.
dibace:
mukaddeme, başlan-
gıç, ön söz.
elcevap:
cevap olarak.
hak:
do€ruluk, gerçek, haki-
kat.
hakikat:
gerçek, do€ruluk;
görülen bir şeyin aslı, esası.
haşir:
kıyametten sonra bü-
tün insanların bir yere toplan-
maları, Allah’ın ölüleri diriltip
mahşere çıkarması.
hilkat:
yaratılma, yaratılış.
hüccet-i kàtıa:
kat’î ve kesin
delil, hiç bir şüpheye mahal
bırakmayan delil.
hüccet-i natıka:
belagatlı bir
şekilde konuşan hüccet, delil.
hükmünde:
de€erinde, yerin-
de.
kâbe-i kemalât:
mükemmel-
likler kâbesi, güzelliklerin
merkezi.
kelâm:
söz.
lisan:
dil.
lisan-ı sadık:
do€ru ve güve-
nilir lisan, her konuşulan ve
söylenenin mutlak do€ru ol-
ması.
makam:
yer.
ma’kes:
akseden yer, yansı-