Muhakemat - page 184

Temhid
peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm, sâniin bir
bürhanıdır. öyleyse, şu bürhanın ispat-ı sıdkını ve intacı-
nı ve sureten ve maddeten sıhhatini ispat etmek gerek-
tir. nahû:
W
(1)
n
?p
Oƒo
Lo
h p
܃o
Lo
h »'
?n
Y s
?n
O …/
òs
dÉp
f m
ós
ªn
ëo
e »'
?n
Y u
?n
°U s
ºo
¡
s
?dn
G
emma ba’dü, ey hakikatin âşığı! eğer vicdanımı müta-
lâa etmekle hakikatleri rasat etmek istersen, kalb dedik-
leri lâtife-i rabbaniyenin pası ve zengârı hükmünde olan
arzu-i hilâf ve iltizam-ı taraf-ı muhalif ve mazur tutulmak
için kendi evhamına bir hak vermek ve bir asla irca et-
mek ve mecmuun neticesini her bir fertten istemek ki,
zaafiyeti sebebiyle neticenin reddine bir istidad-ı seyyie
verilir.
(HaşİYe)
Hem de bahaneli çocukluk tabiatı, hem de mahaneli
düşman seciyesi, hem de yalnız ayıbı görmek şanında
olan müşteri nazarı gibi emirlerden o mir’atı taskîl ve tas-
fiye et. Muvazene ve mukabele eyle, ekser emaratın im-
tizacından tezahür eden hakikatin şûle-i cevvalesini kari-
ne-i münevvire et; tâ ekalldeki evham-ı muzlimeyi tenvir
ve defedebilesin. Hem de munsıfâne ve müdakkikane ile
dinle, kelâm tamam olmadan itiraz etme. nihayete
HaşİYe:
dikkat lazımdır.
arzu-i hilâf:
muhalefet etme,
karşı koyma arzusu.
bürhan:
delil, ispat, hüccet.
ekal:
daha az, en az, pek az, en
küçük.
ekser:
pek çok.
emarat:
emareler, alemetler, ni-
şanlar.
emma ba’dü:
bundan sonra; asıl
meseleye gelince (söze başlama).
evham:
vehimler, zanlar, kurun-
tular.
evham-ı muzlime:
karanlık ve-
himler.
hakikat:
gerçek.
haşiye:
dipnot.
hükmünde:
de€erinde, yerinde.
iltizam-ı taraf-ı muhalif:
muhalif
tarafta olmayı gerekli görme.
imtizaç:
uyuşma; terkip olabilme,
bileşik haline gelme.
intaç:
netice verme, sonuçlandır-
ma.
irca:
geri çevirme, geri döndür-
me.
ispat:
do€ruyu delillerle göster-
me.
ispat-ı sıdk:
bir şeyin do€ru oldu-
€unun ispatı.
istidad-ı seyyie:
kötü kabiliyet.
karine-i münevvire:
nurlu işaret.
kelâm:
söz.
lâtife-i Rabbanîye:
Allah’ın yalnız
kendi sevgisi için yarattı€ı, kalbe
ba€lı ince duygu.
maddeten:
madde ve cisim ola-
rak.
mazur:
özürlü, özrü olan.
mecmu:
toplam, tüm.
mir’at:
ayine, ayna.
müdakkikane:
dikkatlice, ince-
den inceye araştırarak.
mukabele:
karşılaştırma, ikisini
yanyana koyup karşılaştırma.
munsıfâne:
insaflıca, insaflılıkla.
1.
Allah’ım, Senin vücub-i vücuduna delâlet eden Muhammed’e (
ASM
) selam ve salât eyle.
u
nsuru
l
-a
kîde
| 184 | MuhakeMat
mütalâa:
bir şeyi etraflıca dü-
şünme, tetkik etme.
muvazene:
mukayese, karşı-
laştırma; ölçü, denge.
nahû:
şöyle ki.
nazar:
bakış.
nihayet:
son.
rasat:
gözetme, gözleme.
Sâni:
her şeyi sanatlı olarak
yaratan Allah.
şe’n:
iş, durum, özellik, yapı.
seciye:
karakter, huy, tabiat.
şule-i cevvale:
hareket halin-
de ve etrafına ışık saçan parıl-
tı.
sureten:
suret olarak, görü-
nüş itibariyle.
tabiat:
yapı, huy, karakter.
tasfiye:
saflaştırma, arıtma,
temizleme.
taskîl:
cilâ vurma, cilâlama.
temhid:
döşeme, hazırlama,
temellendirme.
tenvir:
nurlandırma, aydınlat-
ma, ışıklandırma.
tezahür:
görünme, belirme,
ortaya çıkma.
vicdan:
insanın içindeki, iyiyi
kötüden ayırabilen, iyilik et-
mekten lezzet duyan ve kö-
tülükten elem alan manevî
his.
zaafiyet:
zayıflık, güçsüzlük,
dermansızlık.
zengâr:
bakır pası çeşidinden
göz taşı.
1...,174,175,176,177,178,179,180,181,182,183 185,186,187,188,189,190,191,192,193,194,...332
Powered by FlippingBook