sıdktır. evet, şu rabıta olan sıdk ve ciddiyet kesildiği an-
da o ahlâk-ı âliye kurur ve hebaen gidiyor.
Üçüncüsü:
Umur-i mütenasibede temayül ve teca-
züp ve mütezadde olan eşyalarda tenafür ve tedafü kai-
de-i meşhuresi, maddiyatta nasıl cereyan ediyor; mane-
viyat ve ahlâkta dahi cereyan eder.
Dördüncüsü:
(1)
u
?`o
µ
p
d ¢n
ùr
«n
d l
ºr
µ`o
M u
?o
µ
r
?p
d
Şimdi gelelim maksada: İşte asar ve siyer ve tarih-i ha-
yatı… Hatta a’danın şahadetleriyle, zat-ı peygamberde
(aleyhissalâtü vesselâm) vücudu muhakkak olan ahlâk-ı
âliyenin kesret ve ihata ve tecemmu ve imtizacından te-
vellüt eden izzet ve haysiyetten neş’et eden şeref ve va-
kar; ve izzet-i nefis ile ferişteler, devlerin ihtilât ve istirak-
larından tenezzühleri gibi sırr-ı tezada binaen, o ahlâk-ı
âliye dahi hile ve kizpten tereffu ve tenezzüh ve teberrî
ederler. Hem de hayat ve mayeleri makamında olan sıdk
ve hakkıyeti tazammun ettiklerinden, şûle-i cevvale gibi
nübüvveti aleniyete çıkarıyor.
Tembih
Ey birader! Görüyorsun ki, bir adam yalnız şecaatle
meşhur olursa, o şöhret ona verdiği haysiyeti ihlâl etme-
mek için, kolaylıkla yalana tenezzül etmez. Nerede kaldı
ki, cemi ahlâk-ı âliye birden tecemmu ede…
Evet, mecmuda bir hüküm bulunur, fertte bulunmaz.
kizp:
yalan.
maddiyat:
maddî ve cismanî şey-
ler, gözle görülüp elle tutulur
cinsten şeyler.
makam:.
maksat:
gaye.
maneviyat:
mana alemine ait
olanlar, hisse ve inanca ait şeyler.
mâye:
maya, temel, esas, öz.
mecmu:
toplam, tüm.
mütezadde:
birbirinin zıddı olan,
birbirine zıt olan, birbirine uyma-
yan.
neş’et:
meydana gelme, oluşma,
çıkma.
nübüvvet:
nebilik, peygamberlik,
Allah elçili€i.
rabıta:
münasebet, alâka, ba€.
şahadet:
şahit olma, şahitlik, ta-
nıklık.
şecaat:
cesurluk, yi€itlik, korku-
suzluk.
şeref:
manevî büyüklük, yücelik,
onur.
sıdk:
do€ruluk.
sırr-ı tezat:
zıtlı€ın sırrı.
siyer:
Hz. Muhammed’in (asm)
hayatının bütün safhalarını anla-
tan, Peygamberimizin vasıflarını
nakleden eserler.
şule-i cevvale:
hareket hâlinde
ve etrafına ışık saçan parıltı.
tarih-i hayat:
hayat tarihi.
tazammun:
ihtiva etme, içine al-
ma, içinde bulundurma.
teberri:
aklanma, temiz olma,
arınma.
tecazüp:
birbirini cezb etme, çek-
me, sempati.
tecemmu:
toplanma.
tedafü:
birbirini defetme, karşı-
lıklı olarak itişme, kakışma.
temayül:
bir tarafa do€ru e€ilme,
meyletme, yönelme.
tembih:
hatırlatma, ihtar.
tenafür:
birbirinden nefret etme,
nefretleşme.
tenezzüh:
kusur ve noksandan
uzak olma, kusurlardan temizlen-
me.
tenezzül:
kendine aykırı düşen
bir işi veya durumu kabul etme,
alçalma.
tereffu:
yükse€e çıkma, yukarı
kalkma.
tevellüt:
do€ma, do€um.
umur-i mütenasibe:
aralarında
uygunluk ve münasebet bulunan
şeyler.
vakar:
a€ırbaşlılık, heybetli oluş,
ciddiyet.
zat-ı Peygamber:
Hz. Peygamber
(s.a.v) zatı, kişili€i
1.
Umumda bulunan hüküm, ferdde bulunmaz.
MuhakeMat | 195 |
u
nsuru
’
l
-a
kîde
a’da:
düşmanlar.
ahlâk-ı âliye:
yüksek ahlâk,
yüce ahlâk, üstün ahlâk.
aleniyet:
göz önünde olma,
bir işin açıkta ve meydanda
olması.
asar:
eserler.
binaen:
-den dolayı, bu se-
bepten.
birader:
kardeş.
cemi:
bütün.
cereyan:
olma, meydana
gelme.
ciddiyet:
ciddîlik.
ferişte:
melek.
hakkıyet:
haklılık.
haysiyet:
şeref, onur, itibar.
hebaen:
boşu boşuna.
hüküm:
karar, emir.
ihata:
kuşatma, içine alma.
ihlâl:
bozma, zarar verme.
ihtilât:
karışıp görüşme, bera-
ber yaşama.
imtizaç:
uyuşma, uygunluk,
ba€daşma.
istirak:
çalma, hırsızlama.
izzet:
de€er, itibar, şeref, yü-
celik.
izzet-i nefis:
insanın vakar ve
haysiyetini korumaya özen
göstermesi, kendi de€erini ve
şahsiyetini aşa€ılamaksızın
varlı€ına saygı duyması.
kaide-i meşhure:
meşhur
olan kaide, kural.
kesret:
çokluk.