İkincisi:
Mesele-i vahide, iki mütekellimden sudûr
eder. Birisi, mebde ve müntehası ve siyak ve sibaka mü-
lâyemetini ve ehavatıyla nispetini ve mevzi-i münasipte
istimalini, yani münbit bir zeminde sarfını nazara aldığı
için, o fende olan maharetine ve melekesine ve ilmine
delâlet ettiği hâlde, öteki mütekellim şu noktaları ihmal
ettiği için, sathıyetine ve taklidiyetine delâlet eder. Hâl-
buki kelâm yine o kelâmdır. eğer aklın bunu fark etmez-
se, ruhun hisseder.
Üçüncüsü:
“İkinci Mukaddeme”de geçtiği gibi, bir-iki
asır evvel harika sayılan keşif bu zamana kadar mestur
kalsaydı, tekemmül-i mebadi cihetiyle bir çocuk da keşfe-
debildiğini nazara al, on üç asır geri git, o zamanların te-
siratından kendini tecrit et, dehşetengiz olan Ceziretü’l-
Arab’da otur, dikkatle temaşa et. görürsün ki, ümmî, tec-
rübe görmemiş, zaman ve zemin yardım etmemiş tek bir
adam ki, yalnız zekâya değil, belki gayet kesîr tecarübün
mahsûlü olan fünunun kavaniniyle öyle bir nizam ve ada-
leti tesis ediyor ki, istidad-ı beşerin kameti, netaic-i efkâ-
rı, teşerrübünden tekebbür ederse, o şeriat dahi tevessü
ederek ebede teveccüh eder. kelâm-ı ezelîden geldiğini
ilân etmekle beraber, iki âlemin saadetini temin eder. İn-
saf edersen, bu ise yalnız o zamanın insanlarının değil,
belki nev-i beşerin tavk-ı haricinde göreceksin. Meğer ev-
ham-ı seyyie, senin şu tarafa müteveccih olan fıtratının
tarfını
(HaşİYe)
çürütmüş ola…
HaşİYe:
dikkat lâzımdır.
âlem:
dünya.
asır:
yüzyıl.
Ceziretü'l-arab:
Arab Yarımada-
sı.
cihet:
yön.
dehşetengiz:
çok dehşet verici,
ürkütücü, korkunç.
delâlet:
delil olma, gösterme.
ebed:
sonsuzluk, daimîlik.
ehavat:
birbirine benzeyen şey-
ler, kardeşler.
evham-ı seyyie:
kötü kuruntular.
evvel:
önce.
fen:
tecrübî, ispatla meydana gel-
miş ilimlere verilen genel ad.
fıtrat:
yaratılış, tabiat, mizaç, huy.
fünun:
fenler.
gayet:
son derece.
harika:
ola€anüstü.
ilân:
yayma, duyurma, bildirme.
istidad-ı beşer:
insanın kabiliyeti.
istimal:
kullanma.
kamet:
boy, endam.
kavanin:
kanunlar, yasalar.
kelâm:
söz.
kelâm-ı ezelî:
ezelî söz, varlı€ına
başlangıç olmayan Allah’ın sözü;
Kur’ân-ı Kerîm ayetleri.
kesîr:
çok, çok olan.
maharet:
mahirlik, ustalık.
mahsul:
ürün.
mebde:
başlangıç.
meleke:
bir şeyi çok kez tekrarla-
yarak ve tecrübe ederek meyda-
na gelen bilgi ve maharet.
mesele-i vahide:
üzerinde duru-
lacak birinci mesele.
mestur:
gizli, örtülü.
mevzi-i münasip:
uygun olan
yer.
mukaddeme:
başlangıç.
mülâyemet:
uygunluk.
münbit:
verimli, bereketli, bol.
münteha:
bir şeyin ulaşabildi€i
son yer, nihayet.
mütekellim:
söyleyen, konuşan,
birinci şahıs.
müteveccih:
bir cihete dönen,
yönelen.
nazar:
bakış, dikkat.
netaic-i efkâr:
fikirlerin neticele-
ri.
u
nsuru
’
l
-a
kîde
| 204 | MuhakeMat
nev-i beşer:
insano€lu, insan-
lar.
nispet:
ilgi, ba€, münasebet.
nizam:
düzen.
saadet:
mutluluk.
sarf:
çevirme, döndürme,
uzaklaştırma.
sathiyet:
sathîlik, yüzeysellik.
şeriat:
Allah tarafından pey-
gamber vasıtasıyla bildirilen,
‹lâhî emir ve yasaklara daya-
nan hükümlerin hepsi.
sibak:
bir şeyin öncesi, geç-
mişi, başlangıcı.
siyak:
sözün gelişi, ifade şekli
ve tarzı.
sudûr:
sâdır olma, meydana
çıkma, olma.
taklidiyet:
taklitçilik.
tarf:
bakış.
tavk-ı hariç:
dışarıdan bir
güç, dış kuvvet.
tecarüb:
tecrübeler, deneme-
ler.
tecrit:
ayırma, bir tarafta tut-
ma.
tekebbür:
kibirlenme, bü-
yüklük satma.
tekemmül-i mebadi:
başlan-
gıçtaki güzellik, mükemmel-
lik, güzel, mükemmel başlan-
gıç.
temaşa:
hayretle ve dikkatle
bakma, seyretme.
temin:
sa€lama.
teşerrüb:
karakter hâline ge-
tirme, meşrep yapma.
tesirat:
etkiler, tesirler.
tesis:
kurma, meydana getir-
me.
teveccüh:
yönelme, yöneliş.
tevessü:
genişleme, yayılma.
ümmî:
okuma yazması olma-
yan, okumamış.
zemin:
yer