Mesnevi-i Nuriye - page 369

Dördüncü Nükte:
Bu nükte mütercim tarafından tayyedilmiştir.
Beşinci Nükte:
Müellif-i muhteremi tarafından tayyedilmiştir.
ALTInCI KATre
kur’ân başka kelâmlara mukayese edilmez. Araların-
da münasebet yoktur. evet,
kelâmın ulviyetine, kuvveti-
ne, hüsnüne, cemaline kuvvet veren, mütekellim, muha-
tap, maksat, makam olmak üzere dört şeydir. Ediplerin
zannettikleri gibi, yalnız makam değildir. Demek, bir ke-
lâmın derece-i kuvvetini anlamak istediğin zaman, faili-
ne, muhatabına, gayesine, mevzuuna bak; bunların de-
receleri nispetinde kelâmın derecesi anlaşılır.
evet, meselâ o kelâm emir veya nehiy olursa, irade ve
kudreti tazammun ettiğinden, derecesine göre tezauf edi-
yor. Meselâ, kur’ân’ın
(1)
»/
©p
?r
bn
G o
ABÉ n
ªn
°S Én
jn
h p
?n
ABÉ n
e »/
©n
?r
HG o
¢Vr
Qn
G BÉ n
j
ayetiyle sema ve arza verdiği emrin tazammun ettiği yük-
sek ve kat’î irade ve kudretle derhal semaî sehap çekilir,
arz da suyunu yutar.
Ve keza, arz ve semaya
(2)
Ék
gr
ôn
c r
hn
G Ék
Yr
ƒn
W Én
«p
àr
Fp
G
ayetiyle ve-
rilen emri itaatle kabul etmelerinden, o emirdeki irade ve
kudretin derece-i kuvveti ve dolayısıyla kelâmın derece-i
ulviyeti tebarüz eder. Fakat, insanların camidata verdik-
leri emirler, mütekellimîndeki irade ve kudretin zaafiyeti
nispetinde ruhsuz, hayalî hezeyanlardan farkları yoktur.
Mesnevî-i nuriye | 369 |
o
n
d
ördüncü
r
eşha
Kur’ân:
Allah tarafından vahiy yo-
luyla Hz. Muhammed’e indirilmiş,
semavî kitapların sonuncusu.
makam:
yer.
maksat:
kastedilen şey; gaye.
meselâ:
örneğin.
mevzu:
konu.
müellif-i muhterem:
muhterem
müellif, saygıdeğer yazar.
muhatap:
kendisine hitap olunan,
söz söylenilen kimse.
mukayese:
benzeterek ve karşı-
laştırarak değerlendirme, kıyasla-
ma.
münasebet:
ilgi, alâka, yakınlık.
mütekellim:
söyleyen, konuşan,
birinci şahıs.
mütekellimîn:
konuşanlar.
mütercim:
tercüme eden, bir dil-
den başka bir dile çeviren, tercü-
man, çevirmen.
nehiy:
yasaklama, emir kipinin
olumsuzu.
nispet:
oran, ölçü.
nükte:
ince manalı, ancak dikkat-
le anlaşılabilen mana veya söz.
sehap:
bulut.
sema:
gökyüzü, gök.
semaî:
semaya ait, gökyüzüne
dair.
tayyetme:
atlama, geçme.
tazammun:
ihtiva etme, içine al-
ma, içinde bulundurma.
tebarüz:
belli olma, görünme, ba-
riz hale gelme.
tezauf:
kat kat artma, çoğalma.
ulviyet:
ulvîlik, yücelik, yükseklik.
zaafiyet:
zayıflık, güçsüzlük, der-
mansızlık.
arz:
yer, dünya.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümle-
si.
camidat:
cansızlar; ruhsuz,
sert ve katı maddeler.
cemal:
güzellik.
derece-i kuvvet:
kuvvet de-
recesi.
derece-i ulviyet:
yücelik,
yükseklik derecesi.
edip:
güzel ve sanatlı söz söy-
leyen veya yazan, bu şekilde
eserler meydana getiren.
emir:
buyruk.
emir:
iş buyurma, buyruk.
fail:
özne, fiili yapan veya amil
olan unsur.
hezeyan:
saçmalama, herze.
hüsün:
güzellik.
irade:
dileme, isteme, bir şeyi
yapıp yapmama konusunda
için olan iktidar, güç.
itaat:
boyun eğme, uyma, alı-
nan emre göre hareket etme.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tered-
düde mahal bırakmayan.
katre:
damla.
kelâm:
söz, lâfız.
keza:
böylece, aynı şekilde.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
1.
Ey yer suyunu yut, ey gök suyunu tut. (Hûd Suresi: 44.)
2.
(Ey yeryüzü ve gökyüzü) isteseniz de, istemeseniz de ikiniz birden emrime uyun! (Fussılet
Suresi: 11.)
1...,359,360,361,362,363,364,365,366,367,368 370,371,372,373,374,375,376,377,378,379,...528
Powered by FlippingBook