Mesnevi-i Nuriye - page 375

Masiyet ile azap arasında kavi bir münasebet vardır.
Hatta, ehl-i İtizal, masiyet hakkında doğru yoldan udûl
ile, masiyeti, şerri Allah’a isnat etmedikleri gibi, masiyet
üzerinde tazibin de vacip olduğuna zehap etmişlerdir.
Şerrin azabı istilzam ettiği, rahmet-i İlâhiyeye münafi de-
ğildir. Çünkü, şer nizam-ı âlemin kanununa muhaliftir.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
İnsan nisyandan alındığı için, nisyana müptelâdır. Nis-
yanın en kötüsü de, nefsin unutulmasıdır. Fakat, hizmet,
sa’y, tefekkür zamanlarında nefsin unutulması, yani nef-
se bir iş verilmemesi dalâlettir. Hizmetler görüldükten
sonra, neticede, mükâfat zamanlarında nefsin unutulma-
sı kemaldir.
Bu itibarla, ehl-i dalâl ile ehl-i kemal, nisyan
ve tezekkürde müteakistirler. evet, dâl olan kimse, bir iş
ve bir ibadet teklifinde başını havaya kaldırarak firavun-
laşır; lâkin mükâfatın, menfaatin tevziinde bir zerreyi bi-
le terk etmez. Amma, nefsini unutan ehl-i kemal, sa’y,
tefekkür, sülûk zamanlarında her şeyden evvel nefsini
ileri sürüyor, fakat neticelerde, faydalarda, menfaatlerde
nefsini unutmakla en geriye bırakıyor.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
Mü’minler ibadetlerinde, dualarında birbirine dayana-
rak cemaatle kıldıkları namaz ve sair ibadetlerinde büyük
bir sır vardır ki; her bir fert, kendi ibadetinden kazandığı
miktardan pek fazla bir sevap, cemaatten kazanıyor. Ve
her bir fert, ötekilere duacı olur, şefaatçi olur, tezkiyeci
Mesnevî-i nuriye | 375 |
ş
ule
kötülüğe de meyli olan duygu.
nefis:
kötü vasıfları kendisinde
toplayan hayırlı işlerden alıkoyan
güç.
nisyan:
unutma, unutuş.
nizam-ı âlem:
Cenab-ı Hakkın kâ-
inata koymuş olduğu düzen, dün-
ya düzeni.
rahmet-i ilâhiye:
Allah’ın sonsuz
rahmeti, İlâhî rahmet.
sair:
diğer, başka, öteki.
sa’y:
iş, çalışma, çabalama.
şefaat:
birinden başkasının kusur-
larının veya suçunun bağışlanma-
sını dileme.
şer:
kötülük.
sır:
gizli hakikat, bir şeyin dikkat
ve tecrübe ile anlaşılan en ince
yanı.
sülûk:
bir yola girme, bir yol tutup
o yolda terakki mertebelerine de-
vam etme.
tazip:
azap çektirme, eziyet etme,
sıkıntı verme.
tefekkür:
derin düşünme; eşya-
nın hakikatini, yaratıcının sırlarını
kavramak ve ibret almak için zih-
nen ve kalben düşünme.
tevzi:
dağıtma, dağıtılma.
tezekkür:
hatıra getirme.
tezkiye:
birini temize çıkarma.
udûl:
doğru yoldan çıkma, sapma.
vacip:
zorunlu.
zehap:
bir fikre veya zanna kapıl-
ma.
zerre:
pek ufak parça, en küçük
parça.
amma:
ama, lâkin, ancak.
azap:
günahlara karşı çekile-
cek ceza, eziyet, işkence.
cemaat:
bir imama uyup na-
maz kılan Müslümanlar toplu-
luğu.
dâl:
sapkınlar, doğru ve Hak
yoldan uzaklaşanlar.
dalâlet:
Hak ve hakikatten
sapma, doğru yoldan ayrılma,
azma.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ehl-i dalâl:
sapık olanlar,
Kur’ân ve sünnet yolunu terk
edenler.
ehl-i itizal:
Mutezile mezhe-
binden olan.
ehl-i kemal:
olgun ve değerli
kişiler, kemal sahibi olanlar.
evvel:
önce.
firavun:
zalim, imansız; kibirli,
gururlu ve inatçı.
i’lem eyyühe’l-aziz:
ey aziz
kardeşim, bil ki!
isnat:
dayandırma, mal etme,
bir şeyi bir kimseye ait göster-
me.
istilzam:
gerektirme.
kanun:
yasa.
kavi:
kuvvetli, güçlü.
kemal:
olgunluk, fazilet.
masiyet:
günah, kötü şey.
menfaat:
fayda.
muhalif:
zıt, aykırı.
mükâfat:
iyi bir iş veya hiz-
metten dolayı verilen şey,
ödül.
mü’min:
iman eden, inanan.
münafi:
zıt, aykırı.
münasebet:
ilgi, ilişki, bağ.
müptelâ:
tutulmuş, tutkun,
bağımlı.
müteakis:
birbirine karşıt, bir-
birine zıt, tersine dönmüş.
nefis:
kişinin kendisi, iyiliğe de
1...,365,366,367,368,369,370,371,372,373,374 376,377,378,379,380,381,382,383,384,385,...528
Powered by FlippingBook