rengi de gösterir.
(1)
l
óp
LÉn
°S n
ƒo
gn
h /
¬u
Hn
Q r
øp
e o
ór
Ñn
©r
dG o
¿ƒo
µ`n
j Én
e o
Ün
ôr
bn
G
olan hadis-i şerif, bu sırra işareten şahadet eder. öyle ise
arkadaş, topraktan ve toprağa inkılâp etmekten, kabir-
den ve kabre girip yatmaktan tevahhuş etme!
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
Aklım yürüyüş yaparken, bazen kalbimle arkadaş olur.
kalb, zevkiyle bulduğu şeyi akla veriyor; akıl, bervech-i
mutat, bürhan şeklinde bir temsil ile ibraz ediyor. Mese-
lâ, Fâtır-ı Hakîm’in kâinattan sonsuz bir uzaklığı olduğu
gibi, sonsuz bir kurbiyeti de vardır. evet, ilim ve kudre-
tiyle bâtınların en bâtınında bulunduğu gibi, fevklerin de
en fevkinde bulunuyor; hiçbir şeyde dâhil olmadığı gibi,
hiçbir şeyden de hariç değildir. evet, âsâr-ı rahmetine
mazhar olan sath-ı arzda mamulât-ı kudrete bak ki, bir
parça bu sırra vâkıf olasın. Meselâ, biri arzda, diğeri se-
mada veya biri şarkta, diğeri garpta iki şeyi bir anda ya-
ratan sâniin, o yaratılan şeylerin arasındaki uzaklık ka-
dar uzaklığı lâzımdır. Ve keza her şeyin kayyumu olduğu
cihetle de, her şeyin nefsinden daha ziyade bir kurbiyeti
de vardır. Bu sır, daire-i vücup, tecerrüt ve ıtlak hasaisin-
dendir. Ve fail-i aslînin mahiyetiyle zıllî olan münfail ara-
sındaki mübayenet-i lâzımesidir. Meselâ, şems, timsalle-
rine kayyum olduğu için, fevkalhad onlara bir kurbiyeti
vardır; âyinedeki zıll ve gölge ile semada bulunan asıl
arasındaki mesafe kadar da bu’diyeti vardır.
éè
arz:
yer, dünya.
âsâr-ı rahmet:
rahmet eserleri.
âyine:
ayna.
bâtın:
görünmeyen taraf, iç kısım.
bervech-i mutat:
âdet olduğu gi-
bi, âdet olduğu üzere.
bu’diyet:
uzaklık.
bürhan:
delil, ispat, hüccet.
cihet:
yön.
dâhil:
girme, içinde olma.
daire-i vücup:
değişim ve başka-
laşmanın olmadığı, varlığı tercihe
bağlı olmayan ve mümkinat âle-
minin ötesindeki âlem, daire.
elvan-ı seb’a:
yedi renk.
fail-i aslî:
gerçek yapan, asıl yapı-
cı.
Fâtır-ı Hakîm:
her şeyi bir maksa-
da uygun ve hikmetle benzersiz
bir şekilde yaratan Allah (c.c.).
fevk:
üst.
fevkalhad:
haddinden fazla, had-
dinin üstünde.
fevkinde:
üstünde.
garp:
güneşin battığı taraf, batı.
hadis-i şerif:
Peygamberimizden
aktarılan sözlerin genel adı.
hariç:
bir şeyin dışı, dışarısı, dışta
kalan.
hasais:
bir şeye has vasıflar, bir
şeye, birine ait olan keyfiyetler,
nitelikler.
ibraz:
meydana çıkarma, ortaya
koyma, gösterme.
i’lem eyyühe’l-aziz:
ey aziz kar-
deşim, bil ki!
ilim:
bilgi, marifet.
inkılâp:
değişme, dönüşme.
işareten:
işaret ederek, belirterek.
ıtlak:
serbest olup her tarafta bu-
lunma.
kâinat:
evren; yaratılmış olan şey-
lerin tamamı, bütün âlemler.
kayyum:
ayakta tutan ve varlığı
devam ettiren.
keza:
böylece, aynı şekilde.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
kurbiyet:
yakınlık, yakın olma,
yakınlık kazanma.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası, ta-
biatı, niteliği.
mamulât-ı kudret:
Cenab-ı Hak-
kın kudret eliyle yaptığı şeyler.
mazhar:
nail olma, şereflen-
me.
mesafe:
uzaklık, ara.
meselâ:
örneğin.
mübayenet-i lâzıme:
gerekli
zıtlık, gereken terslik.
münfail:
tesir ile harekete ge-
çen, yapılan fiilden etkilenen.
nefis:
kendi, şahıs.
şahadet:
şahit olma, şahitlik;
açık alâmet, işaret.
sâni:
her şeyi sanatlı olarak
yaratan Allah.
şark:
güneşin doğduğu yön,
doğu.
sath-ı arz:
yeryüzü, ruy-i ze-
min.
sema:
gökyüzü, gök.
şems:
güneş.
sır:
gizli hakikat, bir şeyin dik-
kat ve tecrübe ile anlaşılan en
ince yanı.
tecerrüt:
soyunma, soyutlan-
ma, uzak olma.
temsil:
benzetme, misal getir-
me.
tevahhuş:
korkulu bir şekilde
emin olmayarak bakma.
timsal:
örnek, numune.
vâkıf:
bir şeyi elde eden, bir
işten haberli olan.
zıll:
gölge.
zıllî:
gölgedeki; geri plânda ka-
lan.
ziya:
ışık, aydınlık, nur.
ziyade:
çok, fazla.
1.
Kulun Rabbine en yakın olduğu vakit secde hâlinde ikendir. (Feyzü’l-Kadîr, 2:68.)
ş
ule
| 380 | Mesnevî-i nuriye