•
DöRDÜNcÜ BÜRHAN
âlem-i gayp ve şahadetin
nokta-i iltisakı ve berzahı; ve iki âlemden birbirine gelen
seyyaratın mültekası, vicdan denilen fıtrat-ı zîşuurdur.
evet,
fıtrat ve vicdan akla bir penceredir, tevhidin şuaını
neşrederler.
BirinCi BÜrHAn
Risalet ve İslâmiyetle mücehhez olan hakikat-i Mu-
hammediyedir ki,
risalet noktasında en muazzam icma
ve en vâsi tevatür sırrını ihtiva eden mecmu-i enbiyanın
şahadetini tazammun eder. Ve İslâmiyet cihetiyle, vahye
istinat eden bütün edyan-ı semaviyenin ruhunu ve tasdik-
lerini taşıyor. İşte, bütün enbiyanın şahadetiyle ve bütün
edyanın tasdikiyle ve bütün mu’cizatının teyidiyle, mu-
saddak olan bütün akvaliyle, vücut ve vahdet-i sânii be-
şere gösteriyor. demek, şu davada ittihat etmiş, bütün
efazıl-ı beşer namına o nuru gösteriyor. Acaba, bu kadar
tasdiklere mazhar, büyük, derin, dürbün, safî, keskin,
hakaikaşina bir gözün gördüğü hakikat, hakikat olma-
mak hiç ihtimali var mı?
iKinCi BÜrHAn
Kâinat kitabıdır.
evet, şu kitabın bütün hurufu ve
bütün noktaları, efraden ve terekküben zat-ı zülcelâl’in
vücut ve vahdetini, elsine-i mahsusaları kıraat ile
(1)
/
?p
ór
ªn
ëp
H o
í`u
Ѱn
ùo
j s
’p
G m
Ar
Àn
T r
øp
e r
¿p
Gn
h
’yi tilâvet ediyorlar. Cemî
zerrat-ı kâinat birer birer zat ve sıfât vesaire vücuhla had-
siz imkânat mabeyninde mütereddit iken, birdenbire bir
akval:
sözler.
âlem:
dünya, cihan.
âlem-i gayp:
gayp âlemi, görün-
meyen, fakat varlığı kesin olan ve
mahiyeti Allah tarafından bilinen
başka dünyalar.
âlem-i şahadet:
gözle gördüğü-
müz, şahit olduğumuz âlem, kâi-
nat.
berzah:
iki şey arasındaki yer.
beşer:
insan, insanlık.
bürhan:
delil, ispat, hüccet.
cemî:
cümle, hep, bütün.
cihet:
yön.
dürbün:
uzak gören, uzağı göste-
ren.
edyan:
dinler.
edyan-ı semaviye:
semavî dinler,
Allah tarafından gönderilmiş olan
hak dinler.
efazıl-ı beşer:
insanlığın en fazi-
letli, faydalı olanları.
efraden:
bireyler olarak.
elsine-i mahsusa:
tahsis edilen,
kendilerine özgü diller.
enbiya:
nebîler, peygamberler.
fıtrat:
yaratılış, tabiat, mizaç, huy.
fıtrat-ı zişuur:
bilinçli yaratılış, bi-
linçli huy, bilinçli mizaç.
hakaikaşina:
gerçekleri bilen, ha-
kikatleri tanıyan.
hakikat-i Muhammediye:
Hz.
Peygamberin manevî şahsiyeti, İs-
lâmiyetin aslı ve esası.
huruf:
harfler.
icma:
fikir birliği etme.
ihtiva:
içine alma, kapsama.
istinat:
dayanma, güvenme.
ittihat:
birleşme, birlik.
mabeyn:
ara.
mazhar:
nail olma, şereflenme.
mecmu-i enbiya:
peygamberlerin
tamamı, bütünü.
muazzam:
çok büyük, ulu, yüce.
mücehhez:
teçhiz edilmiş, cihaz-
landırılmış, donatılmış.
mu’cizat:
mu’cizeler.
mülteka:
kavuşma, buluşma, bir-
leşme yeri.
musaddak:
tasdik edilmiş, doğru-
lanmış, doğruluğu kabul edilmiş.
mütereddit:
tereddüt eden, ka-
rarsız.
neşir:
yayma, saçma, serpme.
nokta-i iltisak:
birleşme noktası,
kavuşma noktası, buluşma nokta-
sı.
risalet:
elçilik, resullük.
ruh:
hayatın temeli ve sebebi
olan manevî varlık.
şahadet:
şahit olma, şahitlik, ta-
nıklık.
seyyarat:
gezegenler.
sıfât:
nitelikler, sıfatlar.
tasdik:
bir şeyin veya kimsenin
doğruluğuna kesin olarak hük-
metme.
tazammun:
ihtiva etme, içine
alma, içinde bulundurma.
terekküben:
birleşik olarak,
hep birlikte.
tevatür:
içinde yalan ihtimali
bulunmayan ve birbirlerine
kuvvet veren haberlerden
oluşan büyük bir topluluğa ait
haber.
tevhid:
Allah’ın bir olduğuna
inanma, birleme.
teyit:
kuvvetlendirme, sağ-
lamlaştırma; doğru çıkarma.
tilâvet:
güzel sesle ve anlamı-
nı düşünerek okumak.
vahdet:
birlik ve teklik.
vahdet-i sâni:
her şeyi sanat-
la yaratan Allah’ın birliği.
vahiy:
Cenab-ı Hakkın dilediği
hükümleri, sırları ve hakikat-
leri peygamberlere bildirmesi.
vâsi:
geniş, engin.
vicdan:
insanın içindeki iyiyi
kötüden ayırabilen ve iyilik
etmekten lezzet duyan ve kö-
tülükten elem alan manevî bir
his.
vücud-i sâni:
her şeyi sanatla
yaratan Allah’ın varlığı.
vücuh:
cihetler, yönler.
vücut:
varlık.
Zat-ı Zülcelâl:
sonsuz büyük-
lük ve haşmet sahibi olan zat,
Allah.
zerrat-ı kâinat:
kâinat zerre-
leri, kâinattaki atomlar.
1.
Hiçbir şey yoktur ki, Onu övüp Onu tespih etmesin. (İsra Suresi: 44.)
n
okTa
| 386 | Mesnevî-i nuriye