Mesnevi-i Nuriye - page 390

derk etmediğinden neş’et ediyor. eğer nefsini ikna et-
mek suretinde kasten ve bizzat ona müteveccih olursa,
muhaliyetine ve makul olmadığına hükmedecektir. Fara-
za kabul etse de, tegafül-i ani’s-sâni sebebiyle hâsıl olan
ıztırar ile kabul edilebilir. dalâlet ne kadar aciptir! zat-ı
zülcelâl’in lâzım-ı zarurîsi olan ezeliyeti ve hassası olan
icadı aklına sığıştırmayan, nasıl oluyor ki gayr-i mütena-
hi zerrata ve âciz şeylere veriyor?
evet, meşhurdur ki, hilâl-i ıyde bakarlardı. kimse bir
şey görmedi. İhtiyar bir zat yemin etti: “Hilâli gördüm.”
Hâlbuki gördüğü hilâl, kirpiğinin takavvüs etmiş beyaz
bir kılı idi. kıl nerede, kamer nerede? Harekât-ı zerrat
nerede, sebeb-i teşkil-i enva nerede?
İnsan fıtraten mükerrem olduğundan hakkı arıyor. Ba-
zen batıl eline gelir; hak zannederek koynunda saklar.
Hakikati kazarken, ihtiyârsız dalâlet başına düşer; haki-
kat zannederek başına giydirir.
Sual:
Nedir şu tabiat, kavanin, kuva ki; onlar ile ken-
dilerini aldatıyorlar?
Cevap:
tabiat, âlem-i şahadet denilen cesed-i hilkatin
anasır ve azasının ef’alini intizam ve rapt altına alan bir şe-
riat-ı kübra-i İlâhiyedir. İşte şu şeriat-ı fıtriyedir ki, sünne-
tullah ve tabiat ile müsemmadır, hilkat-i kâinatta cari olan
kavanin-i itibariyesinin mecmu ve muhassalasından ibaret-
tir. kuva dedikleri şey, her biri şu şeriatın birer hükmüdür.
Ve kavanin dedikleri şey, her biri şu şeriatın birer mese-
lesidir. Fakat, o şeriattaki ahkâmın yeknesak istimrarına
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
âciz:
zayıf, güçsüz, zavallı.
ahkâm:
dinî hükümler, emirler.
âlem-i şahadet:
gözle gördüğü-
müz, şahit olduğumuz âlem, kâi-
nat.
anasır:
unsurlar, esaslar.
aza:
organ, uzuv.
batıl:
boş ve manasız olan, gerçe-
ğe uymayan, doğru ve haklı olma-
yan.
cari:
cereyan eden, akan, işleyen.
cesed-i hilkat:
yaratılış bedeni,
vücudu.
dalâlet:
hak ve hakikatten sapma,
doğru yoldan ayrılma, azma; iman
ve İslâmiyetten ayrılmak, azmak.
derk:
anlama, kavrama.
ef’al:
fiiller, işler.
ezeliyet:
geçmiş ve gelecek za-
manı birden içine alıp, zamanla sı-
nırlı olmamak.
faraza:
farz edelim ki, öyle saya-
lım ki, söz gelişi.
fıtraten:
fıtrî olarak, yaratılıştan,
yaratılış itibarıyla.
gayr-i mütenahi:
sonsuz, sonu ol-
mayan, nihayetsiz.
harekât-ı zerrat:
zerrelerin,
atomların hareketleri.
hâsıl:
meydana gelme, ortaya çık-
ma.
hassa:
özellik.
hilâl:
yay şeklinde görülen her ye-
ni ay ve her ayın üçüncü gecesi-
ne kadar olan ay.
hilâl-i ıyd:
bayram hilâli, bayram
edileceğinin anlaşılmasına sebep
olan hilâl.
hilkat-i kâinat:
kâinatın yaratılışı.
hükmetme:
karar vermek, inanca
varmak.
hüküm:
emir, buyruk.
ıztırar:
mecburiyet, zorunluluk.
ibaret:
meydana gelen, oluşan.
icat:
vücuda getirme, var etme.
ihtiyarsız:
irade ve istem dışı.
ikna:
bir fikri, düşünceyi aklî delil-
lerle kabul ettirme, inandırma.
intizam:
düzenlilik, düzgünlük.
istimrar:
sürme, sürüp gitme, uza-
yıp gitme.
kamer:
ay.
kavanin:
kanunlar, yasalar.
kavanin-i itibariye:
itibarî kanun-
lar, görünmeyen manevî kanunla-
rın tümü.
kuva:
duygular, hisler.
lâzım-ı zarurî:
zarurat derecesin-
de lazım olan.
makul:
akla uygun.
mecmu:
toplam, tüm.
muhaliyet:
imkânsızlık, imkânsız
oluş.
n
okTa
| 390 | Mesnevî-i nuriye
muhassala:
sonuç, toplam; el-
de edilmiş olanların hepsi.
mükerrem:
aziz, saygıdeğer.
müsemma:
isimlendirilmiş.
müteveccih:
yönelmiş.
nefis:
kişinin kendisi, iyiliğe de
kötülüğe de meyli olan duy-
gu.
neş’et:
meydana gelme, oluş-
ma, çıkma.
rabt:
bağlama, bağlanma, iliş-
tirme.
sebeb-i teşkil-i enva:
tür ve
cinsleri oluşturan sebep, güç,
faaliyet.
şeriat:
kurallar ve kanunlar
bütünü; anayasa.
şeriat-ı fıtriye:
kâinatta düze-
ni ve ahengi sağlayan, bütün
varlıkların uymak zorunda ol-
duğu kanun ve kuralların ta-
mamı.
şeriat-ı kübra-i ilâhiye:
Ce-
nab-ı Hakka ait büyük, geniş
kanun ve kurallar bütünü.
sünnetullah:
Allah’ın tabiata
koyduğu yaratılışa ait kurallar.
suret:
biçim, şekil, tarz.
tabiat:
görünen tüm yaratık-
ların tâbi olduğu kural ve ka-
nunların tümü.
takavvüs:
kavisleşme, yay gi-
bi eğri olma, yay biçimine gir-
me.
tegafül-i ani’s-sâni:
her şeyi
sonsuz bir sanatla yaratan Al-
lah’tan gaflet etme, Onu göz
ardı etme.
yeknesak:
tek düzen, değiş-
mez.
Zat-ı Zülcelâl:
sonsuz büyük-
lük ve haşmet sahibi olan zat,
Allah.
zerrat:
zerreler, atomlar.
1...,380,381,382,383,384,385,386,387,388,389 391,392,393,394,395,396,397,398,399,400,...528
Powered by FlippingBook