umumî bir mürşid-i mucîbdir. Malûm ya, sual tekerrür
ederse, cevap da tekerrür eder.
•
Beşinci Nokta:
Bilirsiniz ki, kur’ân pek büyük mese-
lelerden bahseder ve kalbleri iman ve tasdike davet eder;
ve çok ince hakikatlerden bahis açar, akılları, marifete
dikkate tahrik eder. Binaenaleyh o mesailin, o ince ha-
kaikın kalblerde, efkârda tespit ve takriri için, suver-i
muhtelifede türlü türlü üslûplarla tekrara ihtiyaç vardır.
•
Altıncı Nokta:
Bilirsiniz ki, her ayet için bir zahir var,
bir bâtın var; bir had var, bir muttala var. Ve her bir kıs-
sa için çok vecihler, hükümler, faydalar, maksatlar var-
dır. Binaenaleyh, muayyen bir ayet, her yerde öbür mü-
nasip bir vecih için, bir fayda için zikredilebilir. Bu itibar-
la, zahiren tekrar görünse bile, hakikatte tekrar değildir.
DÖrDÜnCÜ KATre
kur’ân’ın felsefî mesail-i kevniyenin bir kısmında ih-
mal ile, bir kısmında ipham ile, öteki kısmında icma ile
işaret ettiği derece-i i’cazı Altı nükte zımnında izah edi-
yoruz.
Birinci Nükte:
sual:
ne için kur’ân da hikmet ve felsefe gibi kâinat-
tan bahsetmiyor?
Cevap:
Felsefe hakikatten udûl etmiş, kâinata mana-i
ismiyle bakarak kâinatı kâinat hesabına istihdam ediyor.
kur’ân ise, Hak’tan hak ile nazil olmuş, hakikate gidiyor,
mevcudata mana-i harfiyle bakarak Hâlıkının hesabına
istihdam ediyor.
Mesnevî-i nuriye | 365 |
o
n
d
ördüncü
r
eşha
kendisine bakan ve kendisini ta-
nıtan manası.
marifet:
bilme, derin bilgi.
mesail:
meseleler.
mesail-i kevniye:
oluşla, yaratılış-
la ilgli meseleler.
mesele:
konu.
muayyen:
belirli.
münasip:
uygun.
mürşid-i mucîb:
cevap veren öğ-
retici, eğitici; cevaplayıcı mürşit.
muttala:
söyleyenin kastettiği an-
lam; haber verilen anlam.
nokta:
konu ile ilgili bölüm.
nükte:
ince manalı, ancak dikkat-
le anlaşılabilen mana veya söz.
nükte:
ince manalı, düşündürücü
söz.
sual:
soru.
suver-i muhtelife:
muhtelif, çeşit-
li suretler.
tahrik:
hareket ettirme, harekete
geçirme.
takrir:
iyi ifade etmek; yerleştir-
me, sağlamlaştırma.
tasdik:
bir şeyin veya kimsenin
doğruluğuna kesin olarak hük-
metme.
tekerrür:
tekrarlanma.
udûl:
doğru yoldan çıkma, sapma.
umumî:
genel.
üslûp:
ifade yolu, kendine has ifa-
de veya yazı tarzı.
vecih:
cihet, yön.
zahir:
açık, görünen, lâfzî anlam.
zahiren:
görünüşte.
zikretmek:
anmak, bildirmek.
zımın:
iç taraf, iç.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümle-
si.
bahis:
konu.
bâtın:
gizli, saklı, iç, asıl, öz an-
lam.
binaenaleyh:
bundan dolayı,
bunun üzerine.
derece-i i’caz:
mu’cizelik de-
recesi.
efkâr:
düşünceler, fikirler, gö-
rüşler.
felsefe:
madde ve hayatı baş-
langıç ve gaye bakımından in-
celeyen ilim.
felsefî:
felsefeye mensup, fel-
sefe ile ilgili.
had:
nihaî, en son anlam.
hakaik:
hakikatler, doğrular,
gerçekler.
hakikat:
gerçek, doğru, asıl,
esas.
hikmet:
kâinattaki ve yaratı-
lıştaki gayeleri araştırma.
hüküm:
karar, emir.
icma:
fikir birliği etme.
ihmal:
terk.
iman:
inanç, itikat.
ipham:
kapalı bırakma, belli
etmeme.
istihdam:
bir hizmette kullan-
ma, çalıştırma.
izah:
açıklama, ayrıntıları ile
anlatma.
kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlem-
ler.
katre:
damla.
kıssa:
anlatılan olay, hikâye.
Kur’ân:
Allah tarafından vahiy
yoluyla Hz. Muhammed’e in-
dirilmiş, semavî kitapların so-
nuncusu.
maksat:
gaye.
malûm:
bilinen, bilinir olan.
mana-i ismî:
bir şeyin bizzat