ehl-i keramet arasında tabaka-i ulâda fark yoktur. tam
manasıyla fenâya mazhar olanlar ise, onlara da Allah’ın
izniyle eşya-i gaybiye inkişaf eder. Ve onlar da o eşyayı
fenâfillâh olan havaslarıyla görürler. Bunun istidraçtan
farkı pek zahirdir. zira, zahire çıkan bâtınlarının nurani-
yeti, müraîlerin zulümatıyla iltibas olmaz.
ó®ò
(1)
/
?p
ór
ªn
ëp
H o
í`u
Ѱn
ùo
j s
’p
G m
Ar
ÀT r
øp
e r
¿p
Gn
h
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
tesbihat, ibadat, gayr-i mahdut envalarıyla her şeyde
vardır. Fakat, her şeyin kendi tesbihat ve ibadetini bütün
vecihlerini daima bilip şuur edinmesi lâzım değildir. Çün-
kü, husul huzuru istilzam etmez. tesbih ve ibadet eden-
ler, yalnız, yaptıkları amelin mahsus bir tesbih veya sıfa-
tı malûm bir ibadet olduğunu bilirlerse, kâfidir. zaten
Ma’bud-i Mutlak’ın ilmi kâfidir. İnsandan maada mahlû-
katta teklif olmadığından, onlara niyet lâzım değildir. Ve
keza, amellerinin sıfatını bilmek de lâzım değildir.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
İnsan-ı mü’minin kıymeti ihtiva ettiği sanat-ı âliye ile
esma-i Hüsnadan in’ikâs eden cilvelerin nakışları nispe-
tindedir.
İnsan-ı kâfirin kıymeti ise, et, kemikten ibaret fânî ve
sakıt maddesinin kıymetiyle ölçülür.
amel:
fiil, iş.
bâtın:
görünmeyen taraf, iç kısım.
cilve:
tecelli, görüntü.
ehl-i keramet:
keramet sahipleri;
Allah’ın ihsanıyla olağanüstü hâl-
lere ve âdet dışı olaylara mazhar
olan velîler, iyi insanlar.
enva:
çeşitler, türler, neviler.
esma-i Hüsna:
Allah’ın adları, Al-
lah’ın doksan dokuz güzel ismi.
eşya-i gaybiye:
görünmeyen şey-
ler, görünmez varlıklar.
fânî:
ölümlü, geçici.
fenâ:
yok olma, ölümlülük, geçici-
lik.
fenâfillâh:
Allah’ın varlığında yok
olma, kulun zat ve sıfatının Hak-
kın zat ve sıfatında fânî olması.
gayr-i mahdut:
hudutsuz, sınırsız,
sonsuz.
havas:
hasseler, duyular.
husul:
olma, meydana gelme.
ibadat:
ibadetler.
ibaret:
meydana gelen, oluşan.
ihtiva:
içine alma, kapsama.
i’lem eyyühe’l-aziz:
ey aziz kar-
deşim, bil ki.
iltibas:
karıştırmak.
in’ikâs:
aksetme, yansıma.
inkişaf:
keşfolunma.
insan-ı kâfir:
kâfir insan, Allah’a
inanmayan, inançsız insan.
insan-ı mü’min:
inanan, inançlı in-
san.
istidraç:
hakkı ve kabiliyeti olma-
dığı hâlde, Allah’ın rahmetinden
uzaklaşıp azabına yaklaşması için,
azgın ve günahkâr kişilere verilen
birtakım olağanüstü hâller, dün-
yevî üstün makam ve mevkiler.
istilzam:
gerektirme.
kâfi:
yeter, elverir.
keza:
böylece, aynı şekilde.
kıymet:
değer.
maada:
başka, gayri, -den başka.
Ma’bud-i Mutlak:
mutlak ibadet
edilecek ve kaydı, şartı olmaksızın
ibadet edilmeye lâyık olan Allah.
mahlûkat:
yaratıklar, Allah tara-
fından yaratılanlar.
mahsus:
bir şeye veya kişiye
has olan.
malûm:
bilinen, bilinir olan.
mazhar:
nail olma, şereflen-
me.
müraî:
riyakâr, iki yüzlü, baş-
kalarına gösteriş olsun diye
hareket eden.
nakış:
işleme, süsleme.
nispet:
oran, ölçü.
nuraniyet:
nurluluk, parlaklık,
aydınlık.
sakıt:
hüküm ve itibardan
düşmüş, önemi kalmamış.
sanat-ı âliye:
yüce, yüksek
sanat.
sıfat:
vasıf, nitelik.
şuur:
bilinç; bir şeyin incelik-
lerini iyice idrak etme, anlayış.
tabaka-i ulâ:
birinci tabaka.
teklif:
Allah’ın, insanları emir
ve yasaklarına uygun hareket
etmekle vazifelendirmesi.
tesbih:
Allah’ı bütün kusur ve
noksan sıfatlardan uzak tut-
ma, Cenab-ı Hakkı şanına lâ-
yık ifadelerle anma.
tesbihat:
tesbihler, Cenab-ı
Hakkın bütün noksan sıfatlar-
dan uzak ve bütün kemal sı-
fatlara sahip olduğunu ifade
eden sözler.
vecih:
cihet, yön.
zahir:
açık, aşikâr.
zulümat:
karanlıklar.
1.
Hiçbir şey yoktur ki Onu övüp Onu tesbih etmesin. (İsra Suresi: 44.)
o
nuncu
r
isale
| 360 | Mesnevî-i nuriye