Mesnevi-i Nuriye - page 352

maruz kalacağı gibi, ihtiyaçlarını def için çoklara minnet
altında kalır. Fakat birinci yola sülûk edenin hem silâhı,
hem erzakı beraberdir; pek serbestâne gider. Birinci yol
kur’ân yoludur, ikinci yol ise dalâlet yoludur.
evet, ehl-i şuhudun, ehl-i vukufun tasdik ve şahadetle-
riyle sabittir ki, iman yümnüyle yürüyen, emnüeman
içindedir. Ve bilahare, merkez-i hükûmete ulaştığında,
onda dokuzu büyük mükâfatlara mazhar olacaklardır.
Fakat, dalâlet zulümatı içinde yürüyenler, esna-i seferde
korkudan, açlıktan her şeye ve herkese tezellül ettikten
sonra, mahall-i hükûmete vâsıl olduğunda, onda dokuzu
ya idam veya ebedî hapse mahkûm olacaklardır. Bina-
enaleyh aklı olan, zararlı bir şeyi, dünyevî edna bir hiffet
için tercih etmez.
ehl-i şuhut dediğimizden maksat, evliyaullahtır. zira
velâyet sahibi, avamın itikat ettiği şeyleri gözle müşahe-
de ediyor. kur’ân yoluyla gidenlerin silâh ve zahireleri
ise, kadîr-i Mutlak’a, ganî-i kerîm’e olan tevekkül onla-
rı temin eder. zira, tevekkül, istinat ve istimdat noktala-
rını tazammun ediyor. Bu noktalar da kelime-i tevhidi
istilzam ediyor. kelime-i tevhid de namazı iktiza ediyor.
namaz dahi ubudiyetin esas bir rüknüdür. Ubudiyeti
emreden, tekliftir. Mükellefiyetini ifa edenin, mükellefi-
yet müddetince, mükellefiyet-i askeriye gibi, yemekleri,
libasları ve sair hayat lâzımeleri hazine-i rahman’dan ve-
rilir. Mükellefiyet-i askeriye iki buçuk senedir, amma mü-
kellefiyet-i ubudiyet müddet-i ömürdür.
ó®ò
amma:
ama, lâkin, ancak.
avam:
kültürlü, yüksek tabaka-
dan olmayan; cahil halk tabakası.
bilahare:
sonra, sonradan, sonra-
ları.
binaenaleyh:
bundan dolayı, bu-
nun üzerine.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten ay-
rılmak, azmak.
def:
kovma, ortadan kaldırma.
dünyevî:
dünyaya ait.
ebedî:
sonu olmayan, daimî, sü-
rekli.
edna:
en açağı, en basit, en kü-
çük.
ehl-i şuhut:
kâinatta tevhid delil-
lerini aynen seyreden, İlâhî ve gizli
sırlarını Hakkın izni ile gören şuhut
ehli, velî.
ehl-i vukuf:
bir mesele hakkında
bilgi ve yetki sahibi olanlar.
emnüeman:
emniyet ve eminlik.
erzak:
yiyecek, içecek, azıklar.
esna-i sefer:
sefer esnasında, yol-
culuk sırasında.
evliyaullah:
Allah’ın velî kulları,
Allah dostları, Allah’ın salih kulla-
rı.
Ganî-i Kerîm:
kimseye muhtaç ol-
mayan, sonsuz ikram ve gerçek
zenginlik sahibi Allah.
hazine-i rahman:
sonsuz merha-
met ve şefkatle bütün varlıkları rı-
zıklandıran Allah’ın hazinesi.
hiffet:
hafiflik.
ifa:
bir işi yapma, yerine getirme.
iktiza:
gerekli, lüzumlu kılma.
istilzam:
gerektirme.
istimdat:
medet dileme, imdat is-
teme, yardıma çağırma.
istinat:
dayanma, güvenme.
Kadîr-i Mutlak:
hiç bir kayıt ve
şarta tâbi olmaksızın her şeye gü-
cü yeten sonsuz kudret sahibi, Al-
lah.
Kelime-i Tevhid:
tevhid-i İlâhîyi
ifade eden lâ ilâhe illâllah Muham-
medün Resulullah cümlesi.
libas:
elbise.
mahall-i hükümet:
hükümet ko-
nağı, idare yeri.
mahkûm:
hükümlü; mecbur.
maksat:
gaye.
maruz:
bir şeyin etkisi ve tesiri al-
tında bulunma.
mazhar:
bir şeyin çıktığı göründü-
ğü yer; nail olma, şereflenme.
merkez-i hükümet:
hükümet
merkezi, ülkeyi idare merkezi.
minnet:
bir iyilik karşısında yük
altında kalma, kendini manevî
olarak borçlu hissetme.
müddet-i ömür:
ömür müddeti,
yaşam süresi, yaşama süresi.
mükâfat:
iyi bir iş veya hizmetten
o
nuncu
r
isale
| 352 | Mesnevî-i nuriye
dolayı verilen şey, ödül.
mükellefiyet:
yükümlülük;
mecburiyet, bir işin yerine ge-
tirilmesi hususundaki mecbu-
riyet.
mükellefiyet-i askeriye:
as-
kerlik görevi.
mükellefiyet-i ubudiyet:
kul-
luk görevi, ibadet.
müşahede:
bir şeyi gözle gör-
me, seyretme.
rükün:
bir şeyi meydana geti-
ren unsurlardan her biri, esas.
sabit:
ispatlanmış.
şahadet:
şahit olma, şahitlik,
tanıklık.
serbestâne:
serbestçe.
sülûk:
bir yola girme, bir yol
tutup o yolda terakki merte-
belerine devam etme.
tasdik:
bir şeyin veya kimse-
nin doğruluğuna kesin olarak
hükmetme.
tazammun:
ihtiva etme, içine
alma, içinde bulundurma.
teklif:
Allah’ın, insanları emir
ve yasaklarına uygun hareket
etmekle vazifelendirmesi.
temin:
güvenlik, emniyet his-
si verme, şüphe ve korkuyu
giderme.
tevekkül:
bir işi gerçekleşme-
si için gereken çalışmayı ve
çabayı gösterip sebeplere
başvurduktan sonra işi Allah’a
bırakma.
tezellül:
zillete katlanma, aşa-
ğılanma.
ubudiyet:
kulluk.
vâsıl:
ulaşan, erişen, kavuşan.
yümün:
uğur, bereket.
zahire:
hububat, yiyecek.
zulümat:
karanlıklar, dinsizlik,
zulüm ve küfür.
1...,342,343,344,345,346,347,348,349,350,351 353,354,355,356,357,358,359,360,361,362,...528
Powered by FlippingBook