İ’lemEyyühe’l-Aziz!
gerek vücutta, gerek rızıkta ifrat derecesinde mebzu-
liyet vardır. Bu ise, hikmetten uzak, abesiyete yakın gö-
rünür. evet, eğer yaratılan şey bir gaye için yaratılıyorsa,
hakkın var; amma gayeler pek çoktur. Binaenaleyh, bir
gayeye nazaran abesiyet hissedilse bile, gayelerin mec-
muuna nazaran ayn-ı hikmet ve ayn-ı adalettir.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
İnsanın sanatıyla Hâlık’ın sanatı arasındaki fark: İnsan
kendi sanatının arkasında görünebilir, amma Hâlık’ın
masnuu arkasına yetmiş bin perde vardır. Fakat, Hâlık’ın
bütün masnuatı def’aten bir nazarda görünebilirse, siyah
perdeler ortadan kalkar, nuranîler kalır.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
Hayvanattan olsun, nebatattan olsun, tevellüt ile tena-
sül şümulüne dâhil olan her fert vech-i arzı istilâ ve tasal-
lut etmek niyetindedir ki, arzı kendisine ve zürriyetine
has ve halis bir mescit yapmakla, Fâtır-ı Hakîm’in es-
ma-i Hüsnasını izhar ile, Hâlık’ına gayr-i mütenahi bir
ibadette bulunsun.
evet, kuşların, balıkların, karıncaların yumurtalarında,
eşcar ve sebzevatın semeratında ve o semeratın tohum-
larındaki ifrat derecesini bulan kesret, o vaziyeti tenvir
eder. lâkin, âlem-i şahadetin darlığına ve müstakbel iba-
detlerin Allâmü’l-guyûb’un ilminde mevcut olduğuna bi-
naen, niyetten fiile henüz çıkmayan onların ibadetleri
kabul edilmiştir.
abesiyet:
faydasız, boş, lüzumsuz
ve gayesiz oluş.
âlem-i şahadet:
gözle gördüğü-
müz, şahit olduğumuz âlem, kâi-
nat.
Allâmü’l-Guyûb:
gaybı bilen, gö-
rünmeyen şeyleri bilen, Allah.
amma:
ama, lâkin, ancak.
arz:
yer, dünya.
ayn-ı adalet:
adaletin aslı, adale-
tin tâ kendisi.
ayn-ı hikmet:
tamamen faydalı
ve gayeli, hikmetin tâ kendisi.
binaen:
-den dolayı, bu sebepten.
Binaenaleyh:
bundan dolayı, bu-
nun üzerine.
dâhil:
girme, içinde olma.
def’aten:
birdenbire, bir defada,
âni olarak.
eşcar:
ağaçlar.
esma-i Hüsna:
Allah’ın adları, Al-
lah’ın doksan dokuz güzel ismi.
Fâtır-ı Hakîm:
her şeyi bir maksa-
da uygun ve hikmetle benzersiz
bir şekilde yaratan Allah.
fiil:
iş, hareket.
gaye:
maksat, hedef.
gayr-i mütenahi:
sonsuz, sonu ol-
mayan, nihayetsiz.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şeyi
o
nuncu
r
isale
| 344 | Mesnevî-i nuriye
yoktan var eden, yaratıcı; Al-
lah.
halis:
saf, temiz.
hayvanat:
hayvanlar.
hikmet:
İlâhî gaye, yüksek bil-
gi, fayda.
ifrat:
aşırılık, pek ileri gitme,
haddini aşma.
i’lem eyyühe’l-aziz:
ey aziz
kardeşim, bil ki.
ilim:
bilme, bilgi.
istilâ:
kaplama, yayılma.
izhar:
gösterme, açığa vurma.
kesret:
çokluk.
masnu:
sanatla yapılmış eşya,
varlık.
masnuat:
sanatla yapılmış
şeyler.
mebzuliyet:
bolluk.
mecmu:
toplam, tüm.
müstakbel:
gelecek.
nazar:
bakış.
nazaran:
nispeten, nispetle,
kıyasen, kıyaslayarak.
nebatat:
bitkiler.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak,
münevver.
rızık:
Allah’ın lütuf ve ihsan
ettiği nimetler.
sebzevat:
sebzeler.
semerat:
semereler, meyve-
ler.
şümul:
içine alma, kapsam.
tasallut:
birini rahatsız etme,
musallat olma, hükmü altına
alma.
tenasül:
birbirinden doğup
üreme.
tenvir:
nurlandırma, aydınlat-
ma, ışıklandırma.
tevellüt:
doğma, doğum.
vaziyet:
durum.
vech-i arz:
.
vücut:
beden, varlık.
zürriyet:
soy, nesil.