ihsanıyla, bilkuvve küll olmuşsun. Ve keza, marifet ve
muhabbetin in’amıyla muhit bir nur olmuşsun.
Binaenaleyh, dünyaya ve cismanî lezaize meyleder-
sen, âciz, zelil bir cüz’î olursun. eğer cihazatını insani-
yet-i kübra denilen İslâmiyet hesabına sarf edersen, bir
küllî ve bir küll olursun.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
Bu kadar elîm firak ve ayrılıklara maruz kalmakla çek-
tiğin elemlerin sebebi ve kabahati sendedir. Çünkü, o
muhabbetleri gayr yerinde sarf ediyorsun. eğer o mu-
habbetleri cem edip Vahid-i ehad’e tevcih ve onun he-
sabıyla, izniyle sarf edersen, bütün mahbupların ile bera-
ber bir anda birleşip, sevinçlere, memnuniyetlere maz-
har olacaksın.
evet, bir sultana intisap eden bir adam, o sultanın, her
şeyle alâkadar, her mekânda herkesle muhaberesi, alâ-
kası zımnında, o adam da, bir cihette, bir derece alâka-
dar olabilir.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
Meselâ, kamerin ahvaline veya istikbalin hakikatine
dair itâ-i malûmat eden adama, bütün mâmelekini ona
feda etmeye hazırsın. Amma, daire-i mülkünde bir arı
hükmünde bulunan kamerin Hâlıkı’ndan haber getiren
ve ezel-ebede, hayat-ı ebediyeye, hakaik-ı esasiyeye,
azîm meselelere dair malûmat itâ eden ve seni manevî
Mesnevî-i nuriye | 341 |
o
nuncu
r
isale
de.
ihsan:
bağışlama, ikram etme, lü-
tuf.
i’lem eyyühe’l-aziz:
ey aziz kar-
deşim, bil ki.
in’am:
nimet verme, nimetlendir-
me, ihsan etme.
insaniyet-i kübra:
en büyük in-
sanlık, İslâmiyet.
intisap:
mensup olma, bağlanma,
girme.
istikbal:
gelecek zaman.
itâ:
verme, ihsan, bağış.
itâ-i malûmat:
malûmat verme,
bilgi verme.
kamer:
ay.
keza:
böylece, aynı şekilde.
küll:
bütün.
küllî:
bütüne ait olan, umumî, ge-
nel.
lezaiz:
zevkler, lezzetler.
mahbup:
sevgili, sevilen, muhab-
bet edilen.
malûmat:
bilgiler, bilinen şeyler.
mâmelek:
ne varsa, varı yoğu,
olanı biteni; olanca şey.
manevî:
manaya ait, maddî olma-
yan.
marifet:
bilme, derin bilgi.
maruz:
bir şeyin etkisi ve tesiri al-
tında bulunma.
mazhar:
bir şeyin çıktığı göründü-
ğü yer; nail olma, şereflenme.
meselâ:
örneğin.
mesele:
önemli konu.
muhabbet:
sevgi, sevme.
muhabere:
haberleşme.
muhit:
ihata eden, kuşatıcı.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
sarf:
harcama.
tevcih:
yöneltme, çevirme.
vahid-i ehad:
bir olan ve birliği
her bir şeyde tecelli eden Allah .
zelil:
zillete uğramış, hakir, aşağı
tutulmuş, aşağılanmış.
zımın:
iç taraf, iç.
âciz:
zayıf, güçsüz, zavallı.
ahval:
hâller, durumlar.
alâka:
ilgi, ilişki. bağ.
alâkadar:
ilgili, ilişki.
amma:
ama, lâkin, ancak.
azîm:
büyük.
bilkuvve:
fiil mertebesine
geçmeden potansiyel hâlde,
düşünce hâlinde.
Binaenaleyh:
bundan dolayı,
bunun üzerine.
cem:
toplama, bir araya getir-
me.
cihazat:
cihazlar, uzuvlar, or-
ganlar.
cihet:
yön.
cismanî:
maddî ve cisimli ol-
mak.
cüz’î:
az, parçaya ait olan, pek
az.
dair:
alâkalı, ilgili.
dair:
belli bir şey hakkında
olan, alâkalı, müteallik, ait, il-
gili.
daire-i mülk:
mülk dairesi,
âlem-i şahadet dairesi.
ebed:
sonsuzluk, daimîlik.
elem:
dert, üzüntü, maddî-
manevî ıztırap.
elîm:
şiddetli, çok dert ve ke-
der veren.
ezel:
başlangıcı olmayan geç-
miş zaman, öncesizlik.
feda:
uğruna verme.
firak:
ayrılık, hicran.
gayr:
başka.
hakaik-ı esasiye:
hakikatın
aslı, özü; asıl gerçekler.
hakikat:
gerçek, asıl, esas.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şe-
yi yoktan var eden, yaratıcı;
Allah.
hayat-ı ebediye:
ebedî ve
sonsuz hayat, ahiret hayatı.
hükmünde:
değerinde, yerin-