cihazat aza gibi alât ve edevatından anlaşılır ki, âlem-i
ahirette de
(1)
o
QÉn
¡r
fn
’r
G Én
¡p
àr
ën
J r
øp
e …/
ôr
é
n
J
kasırların altında,
ebediyete lâyık cismanî ziyafetler olacaktır.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
İnsanın havf ve muhabbeti halka teveccüh ettiği takdir-
de, havf bir belâ, bir elem olur; muhabbet bir musibet gi-
bi olur.
zira, o korktuğun adam, ya sana merhamet et-
mez veya senin istirhamlarını işitmez. Muhabbet ettiğin
şahıs da, ya seni tanımaz veya muhabbetine tenezzül
etmez.
Binaenaleyh, havfın ile muhabbetini dünya ve dünya
insanlarından çevir, Fâtır-ı Hakîm’e tevcih et ki, havfın
onun merhamet kucağına, çocuğun anne kucağına kaç-
tığı gibi, leziz bir tezellül olsun; muhabbetin de saadet-i
ebediyeye vesile olsun.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
sen şecere-i hilkatin ya bir semeresi veya bir çekirde-
ğisin. Cismin itibarıyla küçük, âciz, zayıf bir cüzsün. lâ-
kin sâni-i Hakîm lütfuyla, lâtif sanatıyla seni cüz ve
cüz’îden, küll ve küllîye çıkartmıştır.
evet, cismine verilen hayat sayesinde, geniş duygula-
rınla âlem-i şahadet üzerinde cevelân etmekle, filcümle
cüz’iyet kaydından kurtulmuşsun. Ve keza, insaniyet itâsıy-
la, bilkuvve küll hükmündesin. Ve keza, iman ve İslâmiyet
âciz:
zayıf, güçsüz, zavallı.
alât:
aletler, vasıtalar, aygıtlar.
âlem-i ahiret:
ahiret âlemi.
âlem-i şahadet:
gözle gördüğü-
müz, şahit olduğumuz âlem, kâi-
nat.
aza:
organlar, uzuvlar.
belâ:
musibet, sıkıntı.
bilkuvve:
fiil mertebesine geçme-
den potansiyel hâlde, düşünce hâ-
linde.
binaenaleyh:
bundan dolayı, bu-
nun üzerine.
cevelân:
dolaşma, dolanma, ge-
zinme.
cihazat:
cihazlar, uzuvlar, organ-
lar.
cismanî:
maddî ve cisimli olmak.
cüz:
parça.
cüz’î:
az, parçaya ait olan, pek az.
cüz’iyet:
azlık, cüz’î oluş, küçük-
lük.
ebediyet:
sonsuzluk.
edevat:
bir işi yapmaya vasıta
olan şeyler, aletler.
elem:
dert, üzüntü, maddî-mane-
vî ıztırap.
Fâtır-ı Hakîm:
her şeyi bir maksa-
da uygun ve hikmetle benzersiz
bir şekilde yaratan Allah.
filcümle:
hepsi, bütünü.
havf:
korku, korkma.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
i’lem eyyühe’l-aziz:
ey aziz kar-
deşim, bil ki.
iman:
inanma, itikat.
insaniyet:
insanlık, insanlık
mahiyeti.
istirham:
rica etme.
itâ:
bahşedilme, verilme, ih-
san edilme.
kasır:
saray, köşk.
keza:
böylece, aynı şekilde.
küll:
bütün.
küllî:
bütüne ait olan, umumî,
genel.
lâtif:
yumuşak, tatlı, hoş.
leziz:
lezzetli, tatlı.
lütuf:
güzellik, hoşluk, iyilik,
ihsan.
merhamet:
acımak, şefkat
göstermek, korumak, esirge-
mek.
muhabbet:
sevgi, sevme.
musibet:
felâket, belâ.
saadet-i ebediye:
sonu olma-
yan, sonsuz mutluluk.
sâni-i Hakîm:
hikmet sahibi
olan, her şeyi sanatla ve hik-
metle yaratan Allah.
şecere-i hilkat:
yaratılış ağa-
cı.
semere:
meyve, güzel netice.
tenezzül:
inme, alçalma.
tevcih:
yöneltme, çevirme.
teveccüh:
yönelme, sevgi, il-
gi.
tezellül:
zillete katlanma, aşa-
ğılanma.
vesile:
aracı, vasıta.
1.
Altlarından ırmaklar akar. (Bakara Suresi: 25.)
o
nuncu
r
isale
| 340 | Mesnevî-i nuriye