kubbe kubbe yapar. evet, meselâ küfür seyyiesi bütün
mevcudatı tahkir eder, kıymetten düşürür.
Ve keza, insanın bir cihetle kıl kadar bir ihtiyârı, zerre
kadar bir iktidarı, şua kadar bir hayatı, dakika kadar bir
ömrü, cüz’î bir cüz kadar mevcudiyeti varsa da, diğer ci-
hetle hadsiz bir acz ve fakrı da vardır. kadîr-i Mutlak ve
ganî-i Mutlak’ın tecelliyatına geniş bir ma’kes olur.
Ve keza, insan hayat-ı dünyeviye cihetiyle bir çekirdek
olup, pek büyük semere ve sümbüller vermek için kendi-
sine tevdi edilen cihazatı bazı maddeleri elde etmek için,
tavuk gibi toprakları, gübreleri, necisleri eşmeye sarf
eder; faydasız tefessüh eder. Ve hayat-ı maneviye cihe-
tiyle emelleri ebede kadar uzanan bir şecere-i bâkiyedir.
Ve keza, insan fiil ve sa’yi cihetiyle zayıf bir hayvan
olup, daire-i sa’yi pek dardır. İnfial, sual, dua cihetiyle
rahman-ı rahîm’in aziz bir misafiridir, dairesi hayal ka-
dar geniştir.
Ve keza, insanın hayat-ı hayvaniyeden aldığı lezzet,
bir serçe kuşunun lezzeti kadar değildir. Çünkü, insanda
hüzün, keder, korku var; onda yoktur. Fakat, cihazat,
hissiyat, duygular, istidatlar itibarıyla hayvanların en âlâ-
sından fazla lezzet alır. İnsanın şu vaziyetine dikkat edi-
lirse anlaşılır ki, bu kadar cihazat, bu hayat için olmayıp,
ancak bir hayat-ı bâkiye için kendisine verilmiştir.
Ve keza, insan saltanat-ı rububiyetin mehasinine nazır
ve esma-i kudsiyenin cilvelerine dellâl ve kalem-i kudretle
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
ala:
yüce, yüksek, büyük.
aziz:
izzetli, muhterem, saygın.
cihazat:
cihazlar, uzuvlar, organ-
lar.
cihet:
yön.
cilve:
tecelli, görüntü.
cüz:
kısım, parça.
cüz’î:
küçük, az; bütüne ait olma-
yan, özel.
daire-i sa’y:
çalışma dairesi.
dellâl:
ilân eden, bir haberi duyur-
mak için yüksek sesle bağırarak
dolaşan kimse.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ebed:
sonsuzluk, daimîlik.
emel:
şiddet arzu, ümit.
esma-i kudsiye:
kutsal isimler, Al-
lah’ın mukaddes ve muazzez
isimleri.
fakr:
fakirlik, yoksulluk, muhtaç-
lık.
fiil:
iş, hareket.
Ganî-i Mutlak:
sonsuz ve sınırsız
zenginlik sahibi ve hiç bir şeye ih-
tiyacı olmayan Allah.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hayat-ı bâkiye:
bâkî olan, sonsuz
hayat, ahiret hayatı.
hayat-ı dünyeviye:
dünyaya ait
olan hayat.
hayat-ı hayvaniye:
tıpkı hayvan-
lara benzer şekilde yalnızca dün-
ya için ve hiç düşünmeden sade-
ce zevk için yaşama.
hayat-ı manevîye:
manevî hayat.
hissiyat:
hisler, duygular.
hüzün:
keder, tasa, gam.
ihtiyar:
irade, tercih; kendi istek
ve arzularına göre hareket etme.
iktidar:
güç yetme, bir işi gerçek-
leştirmek için gereken kuvvet.
infial:
etkilenme; ruhen sıkıntı ve-
ren dış etkenlerden etkilenme.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
Kadîr-i Mutlak:
hiç bir kayıt ve
şarta tâbi olmaksızın her şeye gü-
cü yeten sonsuz kudret sahibi, Al-
lah.
o
nuncu
r
isale
| 350 | Mesnevî-i nuriye
kalem-i kudret:
kudret kale-
mi, Allah’ın güç ve kuvveti ile
yaratması.
keder:
kaygı, acı, hüzün.
keza:
böylece, aynı şekilde.
kıymet:
değer.
küfür:
imansızlık, dinsizlik.
ma’kes:
ayna.
mehasin:
güzellikler, iyilikler.
meselâ:
örneğin.
mevcudat:
mevcutlar, var
olan her şey, mahlûklar.
mevcudiyet:
mevcut olma,
varlık.
nazır:
nazar eden, bakan.
necis:
necasetli, kirli, pis, mur-
dar.
rahman-ı rahîm:
Rahman ve
Rahîm olan Allah; dünya ve
ahirette yarattıklarına sonsuz
rahmet, şefkat ve merhame-
tiyle muamele eden Allah.
saltanat-ı rububiyet:
kâinatı
terbiye ve idare edici olan Al-
lah’ın saltanatı.
sarf:
harcama.
sa’y:
iş, çalışma, çabalama.
şecere-i bâkiye:
daimî, kalıcı
ağaç; geri kalan sülâle.
semere:
meyve, güzel netice.
seyyie:
fenalık, kötülük; suç,
günah.
şua:
ışın, bir ışık kaynağından
uzanan ışık telleri.
sual:
soru, isteme.
tahkir:
aşağı ve alçak addet-
me, aşağılama.
tecelliyat:
tecelliler, görüntü-
ler.
tefessüh:
çürüme, çürüyüp
dağılma, bozulma, kokuşma.
tevdi:
emanet etme.
vaziyet:
durum.
zerre:
en küçük parça, mole-
kül, atom.