Adamcağız: “Yok baba! Bu ilâçlar ve tılsımların hıfz ve
himayelerindeyim. onlardan almakta olduğum haz,
lezzet, keyif bana kâfidir. Fakat o aslan gibi parçalayıcı
ölümü öldürebilirsen ve sehpayı kırmakla kabir ağzını ka-
patabilirsen ve hayatının maruz kaldığı fenâ ve zeval ya-
ralarını bir hayat-ı bâkiyeye tebdil etmekle tedavi edebi-
lirsen, pekâlâ, seninle beraber dans oynayalım. Ve illâ,
gözümün önünden defol git! sen ancak kendin gibi sar-
hoşları kandırabilirsin. Ben sarhoş değilim. dünyanıza,
keyfinize ihtiyacım yok. Çünkü,
(2)
o
Ò°/
üs
ædG n
ºr
©p
fn
h '
‹r
ƒn
Ÿr
G n
ºr
©p
f
(1)
@ o
?«/
cn
ƒr
dG n
ºr
©p
fn
h *GÉn
æo
Ѱr
ùn
M
bana
yeter.”
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
Felsefe talebesiyle medeniyet tilmizleri, Müslümanları
ecnebi âdetlerine ittiba ile şeair-i İslâmiyeyi terk etmeye
davet ettiklerinde, kur’ân nurcuları böylece müdafaada
bulunurlar:
“eğer dünyadan zeval ve ölümü ve insandan acz ve fak-
rı kaldırmaya iktidarınız varsa, pekâlâ, dini de terk ediniz,
şeairi de kaldırınız. Ve illâ, dilinizi kesin, konuşmayınız!
“Bakınız, arkamızda pençelerini açmış hücuma hazır
ecel aslanı tehdit ediyor. eğer iman kulağıyla kur’ân’ın
sedasını dinleyecek olursan, o ecel aslanı bir burak olur.
Bizleri rahmet-i rahman’a ulaştıracaktır. Ve illâ, o ecel,
yırtıcı bir hayvan gibi bizleri parçalar. Batıl itikadınız gibi,
ebedî bir firak ile dağıtacaktır.
Mesnevî-i nuriye | 347 |
o
nuncu
r
isale
illâ:
aksi hâlde, aksi takdirde, yok-
sa.
iman:
inanç, itikat.
itikat:
inanç, iman.
ittiba:
tâbi olma, uyma, itaat et-
me.
kâfi:
yeter, elverir.
Kur’ân:
Allah tarafından vahiy yo-
luyla Hz. Muhammed’e indirilmiş,
semavî kitapların sonuncusu.
maruz:
bir şeyin etkisi ve tesiri al-
tında bulunma.
medeniyet:
din ve maneviyattan
uzak olarak sadece dünya hayatı
yönünden gelişmişlik.
müdafaa:
savunma.
nurcu:
Bediüzzaman Said Nur-
sî’nin eserlerine ve fikirlerine ta-
raftar olan, Risale-i Nur’ları oku-
yup neşreden kimse.
rahmet-i rahman:
Rahman olan
Allah’ın rahmeti, yaratılmışlara
sonsuz şefkat ve merhametle
muamele eden Allah’ın rahmeti.
şeair:
dinin alâmetleri, işaretleri.
şeair-i islâmiye:
İslâma ait işaret-
ler, İslâma sembol olmuş iş ve iba-
detler.
seda:
ses.
sehpa:
idama mahkûm olanların
idam edildiği üç ayaklı düzen, da-
rağacı.
talebe:
öğrenci.
tebdil:
değiştirme, dönüştürme.
tehdit:
korkutma, gözdağı verme.
tilmiz:
öğrenci, talebe.
tılsım:
herkesin bilip çözemediği
gizli sır.
zeval:
sona erme, yok olma, öl-
me.
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
âdet:
görenek, usul, alışkanlık.
batıl:
boş ve manasız olan,
gerçeğe uymayan, doğru ve
haklı olmayan.
burak:
Hz. Muhammed’in
(asm) Miraç’ta Allah’ın ihsanı
olarak bindiği binek.
ebedî:
sonu olmayan, daimî,
sürekli.
ecel:
her canlının Allah tarafın-
dan takdir edilen ölüm vakti.
ecnebi:
yabancı.
fakr:
fakirlik, yoksulluk, muh-
taçlık.
felsefe:
madde ve hayatı baş-
langıç ve gaye bakımından in-
celeyen ilim.
fenâ:
yok olma, ölümlülük,
geçicilik.
firak:
ayrılık, hicran.
hayat-ı bâkiye:
bâkî olan,
sonsuz hayat, ahiret hayatı.
hıfz:
saklama, koruma, muha-
faza etme.
himaye:
koruma, muhafaza
etme.
hücum:
saldırma.
iktidar:
güç yetme, bir işi ger-
çekleştirmek için gereken
kuvvet.
i’lem eyyühe’l-aziz:
ey aziz
kardeşim, bil ki.
1.
Allah bize yeter. O ne güzel vekildir. (Âl-i İmran Suresi: 173.)
2.
O ne güzel dost ve ne güzel yardımcıdır. (Enfal Suresi: 40.)