vazife-i sakilesinin altına girer, altında ezilir. Ve aynı za-
manda, bütün istirahatini kaybetmekle, asi, şakî, hain
adamların partisine dâhil olur.
evet, insan bir askerdir. Askerlik vazifesi başka, hükû-
metin vazifesi başkadır. Askerlik vazifesi talim, cihad gi-
bi din ve vatanı koruyacak işlerdir. Hükûmetin vazifesi
ise, erzakını, libasını, silâhını vermektir. Binaenaleyh, er-
zakını temin için askerliğe ait vazifesini terk edip ticaret-
le, meselâ, iştigal eden bir asker, şakî ve hain olur. Bu
itibarla,
insanın Allah’a karşı ubudiyet vazifesidir, terk-i
kebair takvasıdır, nefis ve şeytanla uğraşması cihadıdır
.
Amma, gerek nefsine, gerek evlât ve taallûkatına hayat
malzemesini tedarik etmek, Allah’ın vazifesidir. evet,
madem hayatı veren odur; o hayatı koruyacak levazıma-
tı da o verecektir. Yalnız, hükümetin asker için ofislerde
cem ettiği erzakı askerlere taşıttırdığı, temizlettirdiği,
öğüttürdüğü, pişirttiği gibi, Cenab-ı Hak da hayat için lâ-
zım olan levazımatı küre-i arz ofisinde yaratıp cem ettik-
ten sonra, o erzakın toplanmasını ve sair ahvalini insana
yaptırır ki, insana bir meşguliyet, bir eğlence olsun ve
atalet, betalet azabından kurtulsun.
ey insan! rahm-ı maderde iken, tıfıl iken, ihtiyâr ve ik-
tidardan mahrum bir vaziyetteyken, seni pek leziz
rızıklarla besleyen Allah, sen hayatta kaldıkça o rızkı vere-
cektir. Baksana! Her bahar mevsiminde, sath-ı arzda ya-
ratılan enva-ı erzakı kim yaratıyor ve kimler için yaratı-
yor? senin ağzına getirip sokacak değil ya! Yahu, eğlen-
celere, bahçelere gidip, dallarda sallanan o güleç yüzlü
ahval:
hâller, durumlar.
amma:
ama, lâkin, ancak.
asi:
isyan eden, başkaldıran.
atalet:
tembellik, hareketsizlik,
çalışmama.
azap:
ceza, büyük sıkıntı, şiddetli
acı.
betalet:
avarelik, işsizlik.
binaenaleyh:
bundan dolayı, bu-
nun üzerine.
cem:
toplama, bir araya getirme.
cihad:
düşmanla savaşma.
dâhil:
girme, içinde olma.
erzak:
yiyecek, içecek, azıklar.
evlât:
veletler, çocuklar.
hain:
hıyanet eden, arkadan vu-
ran.
ihtiyar:
irade, tercih; kendi istek
o
nuncu
r
isale
| 354 | Mesnevî-i nuriye
ve arzularına göre hareket et-
me.
iktidar:
güç yetme, bir işi ger-
çekleştirmek için gereken
kuvvet.
iştigal:
bir işle uğraşma, meş-
gul olma.
istirahat:
dinlenme, rahatla-
ma.
küre-i arz:
yer küre, dünya.
levazımat:
lüzumlu maddeler,
ihtiyaç maddeleri.
libas:
elbise.
madem:
.den dolayı, böyle
ise.
mahrum:
bir şeye sahip ola-
mayan, yoksun.
meselâ:
örneğin.
meşguliyet:
uğraşılan ve
meşgul olunan şey.
nefis:
kötü vasıfları kendisin-
de toplayan hayırlı işlerden
alıkoyan güç.
rahm-ı mader:
anne rahmi.
sair:
diğer, başka, öteki.
şaki:
eşkıya, başkaldıran.
taallûkat:
hısımlar, yakınlar,
akrabalar.
takva:
Allah korkusuyla dinin
yasak ettiği şeylerden kaçın-
ma, Allah’ın emirlerini tutup
azabından korunma.
talim:
eğitim, yetiştirme, öğ-
retme.
tedarik:
sağlama, temin etme,
karşılama.
temin:
sağlama.
terk-i kebair:
büyük günahla-
rı işlemekten kaçınma.
tıfıl:
küçük çocuk.
ubudiyet:
kulluk.
vazife:
görev.
vazife-i sakile:
ağır vazife, gö-
rev.
vaziyet:
durum.