fehmetmek için bir mikyas yapmaktır.
Amma, âlem-i
ahirette haşirdeki şuunat-ı azîmesini ve kıyamette emva-
tın ihyasıyla ahval-i umumiyesini fehmetmek için, ancak
güz mevsiminin kıyametiyle baharların haşri, haşir ve kı-
yamet-i kübrada Hâlık’ın şuunatına mikyas olabilir.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
Müslümanları lehviyat-ı nevmiye mesabesinde olan
dünya hayatına davet etmekle, Cenab-ı Hakkın helâl et-
tiği tayyibat dairesinden, haram ettiği habisat mezbelesi-
ne teşvik eden adamın meseli öyle bir sarhoşa benzer ki,
parçalayıcı aslan ile ünsiyetli ehlî atı birbirinden tefrik
edemiyor, sehpa ağacı ile jimnastik ağacını birbirinden
ayıramıyor. kanlı yarayı kırmızı gülden temyiz edemedi-
ği hâlde, kendisini mürşit bilerek, irşat ve nasihate çıkı-
yor. esna-i irşatta, bir adama rast gelir. zavallı adamın
arka tarafında korkunç bir aslan duruyor, ön tarafında
da sehpa ağacı kurulduğu gibi, her iki yanında da deh-
şetli yaralar var. Fakat adamcağızın elinde iki ilâç vardır
ve lisanıyla kalbinde iki tılsım vardır. onları istimal eder-
se, şifayap olur ve o aslan ata inkılâp eder. Burak gibi bi-
neği olur. o sehpa ağacı daima teceddüt etmekte olan,
ahval-i âlemi, seyyal manzaraları seyretmeye alet ve va-
sıta olur.
o sarhoş herif, o zavallı adamcağıza diyor:
“Yahu, nedir o ilâçları, tılsımları saklıyorsun? onları
at, keyfine bak.”
ahval-i âlem:
âlemin hâlleri, du-
rumları.
ahval-i umumiye:
genel hâller,
durumlar.
âlem-i ahiret:
ahiret âlemi.
amma:
ama, lâkin, ancak.
Burak:
Hz. Muhammed’in (asm)
Miraçta Allah’ın ihsanı olarak bin-
diği binek.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
emvat:
ölüler.
esna-i irşat:
rehberlik anı, irşat za-
manı.
fehmetmek:
anlamak, kavramak,
idrak etmek.
güz:
sonbahar.
habisat:
kötü, pis, soysuz kimse-
ler.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şeyi
yoktan var eden, yaratıcı; Allah.
haşir:
yeniden diriliş, yeni bir
âlemde yeniden var ediliş.
haşr:
kıyametten sonra bütün in-
sanların bir yere toplanmaları, Al-
lah’ın ölüleri diriltip mahşere çı-
karması.
ihya:
canlandırma, diriltme, hayat
verme.
i’lem eyyühe’l-aziz:
ey aziz kar-
deşim, bil ki.
inkılâp:
değişme, dönüşme.
irşat:
doğru yolu gösterme, gaflet-
o
nuncu
r
isale
| 346 | Mesnevî-i nuriye
ten uyandırma.
istimal:
kullanma.
kıyamet:
bu âlemin tamamen
yıkılıp tahrip edilerek yeniden
yeni bir âlemin kurulması.
kıyamet-i kübra:
en büyük
kıyamet, bütün kâinatın Allah
tarafından tayin edilen bir va-
kitte yıkılıp mahvolması.
küllî:
bütüne ait olan, umumî,
genel.
lehviyat-ı nevmiye:
uykuda,
rüyada iken yapılan gayrimeş-
ru zevk ve eğlenceler.
lisan:
dil.
mesabe:
derece, menzile, rüt-
be.
mesel:
örnek.
mezbele:
aşağılık, kötü du-
rum.
mikyas:
ölçü aleti, ölçek.
mürşit:
irşat eden, doğru yo-
lu gösteren, rehber, kılavuz.
sehpa:
idama mahkûm olan-
ların idam edildiği üç ayaklı
düzen, darağacı.
seyyal:
akıcı, akan.
sıfat:
vasıf, nitelik.
şifayap:
şifa bulan, iyileşen.
şuunat:
şuunlar, keyfiyetler,
hâller; işler.
şuunat-ı azîme:
büyük işler.
tayyibat:
tayyipler; iyi ve gü-
zel işler, hareketler.
teceddüt:
tazelenme, yeni-
lenme.
tefrik:
birbirinden ayırma, ayrı
tutma.
temyiz:
ayırma, dikkatle ayır-
ma.
tılsım:
herkesin bilip çözeme-
diği gizli sır.
ünsiyet:
alışkanlık, ülfet, dost-
luk.
vasıta:
aracı.