evet, cüz’iyat içerisine düşüp, cüz’îlere hasr-ı nazar
eden, o cüz’î şeylerin esbaptan sudûruna ihtimal verebi-
lir; ama başını kaldırıp nev’e ve umuma baktığı zaman,
edna bir cüz’înin en büyük bir sebepten sudûruna cevaz
veremez. Meselâ, cüz’î rızkını bazı esbaba isnat edebilir.
Fakat, menşe-i rızık olan arzın, kış mevsiminde kupkuru
kıraç olduğuna, bahar mevsiminde rızık ile dolu olduğu-
na baktığı vakit, arzı ihya etmekle bütün zevi’l-hayatın rı-
zıklarını veren Allah’tan maada kendi rızkını verecek bir
şey bulunmadığına kanaati hâsıl olur.
Ve keza, evindeki küçük bir ışığı veya kalbinde bulu-
nan küçük bir nuru bazı esbaba isnat edebilirsin. Amma,
o ışığın, şemsin ziyasıyla, o nurun da Menbaü’l-envar’ın
nuruyla muttasıl olduğuna vâkıf olduğun zaman anlarsın
ki, kalıbını ışıklandıran, kalbini tenvir eden, ancak leyl ve
neharı birbirine kalbeden Fâtır-ı Hakîm’dir.
Ve keza, senin vücudunun zuhur ve vuzuhça Hâlık’ın
vücuduna nispeti, Hâlık’ın vücuduna delâlet edenlerin
nispeti gibidir. Çünkü, sen bir vecihle kendi vücuduna
delâlet ediyorsun. Amma, Hâlık’ın vücuduna bütün mev-
cudat, bütün zerratıyla delâlet ediyor. öyle ise, onun vü-
cudu senin vücudundan âlemin zerratı adedince zuhur
dereceleri vardır.
Ve keza,
seni nefsini sevmeye sevk eden esbap,
“(1)
Bütün lezzetlerin mahzeni nefistir.
(2)
vücudun merkezi
ve menfaatin madeni nefistir,
(3)
insana en karip (yakın)
nefistir” diyorsun
.
Mesnevî-i nuriye | 337 |
o
nuncu
r
isale
ışıkların asıl kaynağı olan Allah.
menfaat:
fayda.
menşe-i rızık:
rızkın menşei, kay-
nağı.
meselâ:
örneğin.
mevcudat:
mevcutlar, var olan
her şey, mahlûklar.
muttasıl:
bitişik.
nefis:
kötü vasıfları kendisinde
toplayan hayırlı işlerden alıkoyan
güç.
nehar:
gündüz.
nevi:
çeşit, tür.
nispet:
oran, ölçü.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
rızık:
Allah’ın lütuf ve ihsan ettiği
nimetler.
şems:
güneş.
sevk:
yöneltme, gönderme.
sudûr:
sâdır olma, meydana çık-
ma, olma.
tenvir:
nurlandırma, aydınlatma,
ışıklandırma.
umum:
bütün, herkes.
vâkıf:
bir şeyi elde eden, bir işten
haberli olan.
vecih:
cihet, yön.
vuzuh:
vazıh olma hâli, açıklık.
zerrat:
zerreler, atomlar.
zevi’l-hayat:
hayat sahipleri, can-
lılar.
ziya:
ışık, aydınlık, nur.
zuhur:
görünme, belli olma, orta-
ya çıkma.
âlem:
dünya, cihan; bütün ya-
ratılmışlar.
amma:
ama, lakin, ancak.
arz:
yer, dünya.
cevaz:
caiz olma, izin, ruhsat,
yapılmasına teşvik olunma-
yan, ancak mâni de olunma-
yan iş.
cüz’î:
küçük, az.
cüz’iyat:
parçaya ait olan şey-
ler.
delâlet:
delil olma, gösterme;
alâmet, işaret.
edna:
en açağı, en basit, en
küçük.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
Fâtır-ı Hakîm:
her şeyi bir
maksada uygun ve hikmetle
benzersiz bir şekilde yaratan
Allah.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şe-
yi yoktan var eden, yaratıcı;
Allah.
hâsıl:
meydana gelme, ortaya
çıkma.
hasr-ı nazar:
bakışı bir tarafa
veya noktaya dikme.
ihtimal:
olabilirlik.
ihya:
canlandırma, diriltme,
hayat verme.
isnat:
dayandırma, mal etme,
bir şeyi bir kimseye ait göster-
me.
kalbolma:
bir hâlden diğer bir
hâle geçme, dönüşme.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
karip:
yakın.
keza:
böylece, aynı şekilde.
leyl:
gece.
maada:
başka, gayri, -den
başka.
maden:
asıl, esas, kaynak.
mahzen:
kaynak, hazine ve
define deposu.
Menbaü’l-envar:
tüm nurların