Mesnevi-i Nuriye - page 342

perişaniyetlerden, dalâletlerden kurtarıp, kesretten vah-
dete doğru yol gösteren ve hayat-ı ebediyeye imanla
maü’l-hayatı sana içirtmekle firak ve ayrılmak ateşlerin-
den kurtaran ve Hâlık’ın marziyatını, metalibini tarif
eden ve sultan-ı ezel, ebed’in muhaberesine tercüman-
lık yapan resul-i rahman’ı dinlemeye ve o Muhbir-i sa-
dık’a iman ile teslim olmaya mâni olan nefsin heva ve
hevesini terk etmiyorsun.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
görüyoruz ki:
Sâni-i Hakîm, kemal-i hikmetiyle, pek
adî şeylerden pek harika mu’cize-i mensucat yapıyor. Ve
keza, abesiyet ve israfa mahal bırakılmamak üzere, bir
ferdi envaen vazifeler ile tavzif ediyor.
Hatta insanın ba-
şında, insanın muvazzaf olduğu vazifeleri görmek için,
her vazifeye göre birer tırnak kadar maddî bir şeyin bu-
lunması icap etseydi, bir başın Cebel-i tur büyüklüğün-
de olması lâzım gelirdi ki, ashab-ı vezaife yer olsun.
Ve keza, lisan, sair vezaifiyle beraber erzak hazinesi-
ne ve kudretin matbahında pişirilen bütün taamlara mü-
fettiştir ve bütün taamların tatlarını yakin eden, bilen bir
ehl-i vukuftur.
İşte bu faaliyet-i hakîmiyeden anlaşılıyor ki, zamanın
seyli ile beraber gelip geçen eşya-i seyyaleden ve geçen
günlerden, senelerden, asırlardan, leyl ve neharın takal-
lübü ile pek çok mensucat-ı gaybiye ve uhreviye yapıl-
maktadır. evet, âlemin fihristesi hükmünde olan insan
abesiyet:
faydasız, boş, lüzumsuz
ve gayesiz oluş.
adî:
basit, bayağı, sıradan.
âlem:
dünya, cihan; bütün yaratıl-
mışlar.
ashab-ı vezaif:
görevliler.
Cebel-i Tur:
Tur Dağı, Hz. Mûsa’nın
(as), Allah’ın kelâmına nail olduğu,
Süveyş ile Akabe Körfezi arasında
bulunan dağın ismi.
dalâlet:
Hak ve hakikatten sap-
ma, doğru yoldan ayrılma, azma.
ehl-i vukuf:
bir mesele hakkında
bilgi ve yetki sahibi olanlar.
envaen:
cins olarak, çeşit olarak.
erzak:
yiyecek, içecek, azıklar.
eşya-i seyyale:
akıp giden, yerine
yenilerini bırakıp giden şeyler.
faaliyet-i hakîmiye:
belli maksat
ve faydalar için ilimle yapılan işler.
fihriste:
katalog, liste.
firak:
ayrılık, hicran.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şeyi
yoktan var eden, yaratıcı; Allah.
harika:
olağanüstü.
hayat-ı ebediye:
ebedî ve sonsuz
hayat, ahiret hayatı.
heva:
istek, arzu, nefsin zararlı ve
günah olan arzuları.
heves:
nefsin hoşuna giden istek.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
icap:
gerekme hali, gerekli olma.
i’lem eyyühe’l-aziz:
ey aziz kar-
deşim, bil ki.
iman:
inanç, itikat.
israf:
gereksiz harcama, ihtiyaçtan
fazla harcama, savurganlık.
kemal-i hikmet:
hikmetin mü-
kemmelliği, tam ve eksiksiz bir
hikmet, mükemmel hikmet ve
gaye.
kesret:
çokluk.
keza:
böylece, aynı şekilde.
kudret:
Allah’ın bütün varlığı çev-
releyen ezelî kuvveti.
leyl:
gece.
lisan:
dil.
maddî:
madde ile alâkalı, cismanî.
mahal:
yer.
mâni:
engel.
marziyat:
razı olunacak şeyler, Al-
lah’ın rızasına dair olanlar, Allah’ın
rızasına mazhar olacak hâl ve ha-
reketler.
matbah:
mutfak.
mâü’l-hayat:
hayat suyu.
mensucat-ı gaybiye ve uhrevi-
ye:
görünmeyen ve ahirete yöne-
lik dokumalar.
metalip:
talep olunan, istenen
şeyler, istekler, arzular.
mu’cize-i mensucat:
olağanüstü
dokumalar.
o
nuncu
r
isale
| 342 | Mesnevî-i nuriye
muhabere:
haberleşme.
Muhbir-i sadık:
Allah ve ahi-
retle ilgili doğru haberler ve-
ren Peygamberimiz (asm).
muvazzaf:
vazifelendirilmiş,
kendisine görev verilmiş, vazi-
feli.
nefis:
kötü vasıfları kendisin-
de toplayan hayırlı işlerden
alıkoyan güç.
nehar:
gündüz.
nur:
aydınlık, parıltı, parlaklık,
ziya, ışık, şule.
perişaniyet:
perişanlık, karışık
ve dağınık olma, acınacak hâl-
de bulunma.
resul-i rahman:
Rahman
olan Allah’ın elçisi olan Pey-
gamber Efendimiz.
sair:
diğer, başka, öteki.
sâni-i Hakîm:
hikmet sahibi
olan, her şeyi sanatla ve hik-
metle yaratan Allah.
seyl:
akan, akıcı olan şey.
sultan-ı ezel ve ebed:
ezel ve
ebed sultanı; varlığının başlan-
gıcı ve sonu olmayan kudret
ve hâkimiyet sahibi sultan, Al-
lah.
sultan-ı ezel:
kudret kuvvet
ve iktidarı zamanla kayıtlı ol-
mayan, saltanatının başlangı-
cı olmayan sultan.
taam:
yemek, yiyecek.
takallüp:
dönme, bir taraftan
diğer tarafa dönme.
tarif:
bir şeyi bütün vasıflarını
içine alacak şekilde anlatma.
tavzif:
vazifelendirme, görev-
lendirme.
vahdet:
birlik ve teklik.
vezaif:
vazifeler, işler.
yakin:
kesin bilme, şüpheden
sıyrılarak son derece doğru ve
kuvvetli bilme.
1...,332,333,334,335,336,337,338,339,340,341 343,344,345,346,347,348,349,350,351,352,...528
Powered by FlippingBook