İ’lemEyyühe’l-Aziz!
Hayat-ı dünyeviyeye kasten ve bizzat teveccüh edip
bağlanan kâfirin imhal-i ikabında ve bilakis terakkiyat-ı
maddiyede muvaffakıyetindeki hikmet nedir?
evet, o kâfir, kendi terkibiyle, sıfatıyla Cenab-ı Hakça
nev-i beşere takdir edilen nimetlerin tezahürüne şuuru
olmaksızın hizmet ediyor. Ve güzel masnuat-ı İlâhiyenin
mehasinini bilâşuur tanzim ediyor. Ve kuvveden fiile çı-
kartmakla, garabet-i sanat-ı İlâhiyeye nazarları celp edi-
yor. ne fayda ki, farkında değildir. demek, o kâfir, saat
gibi, kendi yaptığı amelden haberi yok; amma, vakitleri
bildirmek gibi, nev-i beşere pek büyük bir hizmeti vardır.
Bu sırra binaen, dünyada mükâfatını görür.
İ’lemeyyühe’l-aziz!
tevfik-ı İlâhî refiki olan adam, tarikat berzahına gir-
meden zahirden hakikate geçebilir.
evet, kur’ân’dan, hakikat-i tarikati, tarikatsiz, feyiz su-
retiyle gördüm ve bir parça aldım. Ve keza, maksud-i
bizzat olan ilimlere ulûm-i aliyeyi okumaksızın isal edici
bir yol buldum.
Seriüsseyir olan bu zamanın evlâdına kısa ve selâmet
bir tarikı ihsan etmek rahmet-i hâkimenin şanındandır.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
İnsanı gaflete düşürtmekle Allah’a ubudiyetine mâni
olan, cüz’î nazarını cüz’î şeylere hasretmektir.
amel:
fiil, iş.
amma:
ama, lakin, ancak.
berzah:
iki şey arasındaki aralık,
mesafe.
bilakis:
aksine, tersine.
bilâşuur:
şuursuz, bilinçsiz.
binaen:
-den dolayı, bu sebepten.
bizzat:
kendisi, şahsen.
celp:
çekme, çekiş, kendine çek-
mek.
cüz’î:
küçük, az.
evlât:
veletler, çocuklar.
feyiz:
Allah’ın kuluna bağışladığı
marifet ve dinî heyecan.
fiil:
iş, hareket.
gaflet:
dikkatsizlik, endişesizlik,
Allah’tan uzaklaşıp nefsin arzula-
rına dalmak.
garabet-i sanat-ı ilâhiye:
Cenab-
ı Hakkın sanatının garipliği, hayret
uyandırması.
hakikat:
gerçek.
hakikat-i tarikat:
Allah’a ulaştıran
yolun esası, aslı, gerçeği.
hasr:
yalnız bir şeye veya kişiye
mahsus kılma.
hayat-ı dünyeviye:
dünyaya ait
olan hayat.
hikmet:
İlahî gaye, gizli sebep,
fayda.
ihsan:
bağışlama, ikram etme, lü-
tuf.
i’lem eyyühe’l-aziz:
ey aziz kar-
deşim, bil ki.
ilim:
bilgi, marifet.
imhal-i ikap:
cezaya çarptırmada,
cezalandırmada süre verme,
mühlet verme.
isal:
ulaştırma, eriştirme.
kâfir:
Allah’ı ve İslâmiyeti inkâr
eden, dinsiz.
kasten:
bile bile, isteyerek, kasıtlı
olarak.
keza:
böylece, aynı şekilde.
Kur’ân:
Allah tarafından vahiy yo-
luyla Hz. Muhammed’e indirilmiş,
semavî kitapların sonuncusu.
kuvve:
kuvvet, güç.
maksud-i bizzat:
kendi maksadı,
şahsî gaye, şahsî amaç.
mâni:
engel.
masnuat-ı ilâhîye:
Allah tarafın-
dan sanatla yaratılanlar.
mehasin:
güzellikler, hüsünler, iyi-
likler.
mükâfat:
iyi bir iş veya hizmetten
dolayı verilen şey, ödül.
muvaffakıyet:
başarma, başarılı
olma.
nazar:
bakış, dikkat.
nev-i beşer:
insanoğlu, insanlar.
o
nuncu
r
isale
| 336 | Mesnevî-i nuriye
nimet:
lütuf, ihsan, bağış.
rahmet-i hâkime:
her tarafta
hüküm süren İlâhî merhamet
ve şefkat dolu ikram ve ihsan-
lar.
refik:
arkadaş, yoldaş, yol ar-
kadaşı.
şan:
şan, şöhret, ün.
selâmet:
salimlik, eminlik,
kurtuluş, korku ve endişeden
uzak olma.
seriüsseyir:
çok sür’atle akan
veya giden.
sıfat:
vasıf, nitelik.
sır:
gizli hakikat.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şuur:
bilinç.
takdir:
kıymet verme, değer
biçme.
tanzim:
düzenleme, sıralama,
tertipleme.
tarik:
yol.
tarikat:
Allah’a ulaşmak için
şeyhin gözetiminde müridin
takip edeceği terbiye usul ve
yolu.
terakkiyat-ı maddiye:
maddî
ilerlemeler, yükselmeler, ge-
lişmeler.
terkip:
birkaç şeyin birleşerek
meydana getirdikleri yeni şey,
sentez.
teveccüh:
yönelme, sevgi, il-
gi.
tevfik-ı ilâhî:
Cenab-ı Hakkın
insanı doğru yola lütfu ile sevk
etmesi, başarılı kılması.
tezahür:
görünme, belirme,
ortaya çıkma.
ubudiyet:
kulluk.
ulûm-i aliye:
gramer, anlatım
(kompozisyon), mantık gibi
alet ilimleri.
zahir:
görüntü, görünüş.