kezalik, bu âlem de, eğer kur’ân’ın tarif ettiği gibi
mana-i harfiyle, yani Cenab-ı Hakkın azametine bir alet
nazarıyla bakılırsa, o nispette kıymettar olur. eğer felse-
fenin dediği gibi mana-i ismiyle, yani hiçbir fail, hâlık ile
bağlı olmayıp müstakil-i bizzat nazarıyla bakılırsa kıyme-
ti, camide, mütegayyir maddesinde münhasır kalır.
kur’ân’dan istifade edilen ilmin felsefe ilminden ne
derece yüksek olduğu, şu misal ile tebarüz eder:
(1)
Ék
LGn
ôp
°S ¢n
ùr
ªs
°ûdG n
?n
©n
Ln
h
Bu hükm-i kur’ânî, esma-i Hüs-
nanın cilvelerine bakmak için bir pencere açıyor. Şöyle
ki:
ey insan! Bu şems, azametiyle beraber size musahhar-
dır, meskenlerinize nur veriyor, yemeklerinizi hararetiy-
le pişirtiyor. sizin öyle azîm, rahîm bir Malik’iniz var ki,
bu şems onun bir lâmbası olup, misafirhanesinde sakin
misafirlerini ziyalandırıyor.
Felsefenin hikmetince, şems büyük bir ateştir, yerinde
dönüyor, arz ile seyyarat ondan uçan parçalardır, cazibe
ile şemse merbut kalarak medarlarında hareket ediyorlar.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
İnsanın Cenab-ı Hak’tan hiçbir hakkı talep etmeye
hakkı yoktur. Bilakis, daima Ona şükretmeye medyun-
dur. Çünkü, mülk Onundur, insan Onun memlûküdür.
ó®ò
Mesnevî-i nuriye | 361 |
o
nuncu
r
isale
Malik:
gerçek sahip olan Allah.
mana-i harfî:
bir şeyin kendisini
değil de sanatkârını, ustasını, sa-
hibini bilip tanıtan mana.
mana-i ismî:
bir şeyin bizzat ken-
disine bakan ve kendisini tanıtan
manası.
medar:
yörünge.
medyun:
borçlu, vereceği bulu-
nan.
memlûk:
kul, köle.
merbut:
bağlı, raptedilmiş.
mesken:
oturulan, ikamet olunan
yer.
misal:
örnek.
münhasır:
sınırlanmış, sınırlı.
musahhar:
boyun eğen, emir al-
tına giren, istenilen hâle konul-
muş.
müstakil-i bizzat:
bizzat kendi
kendine, başka birine tâbi olma-
dan, kendi kendisine.
mütegayyir:
tegayyür eden, deği-
şen; bozulmuş, bozuk.
nazar:
bakış, dikkat.
nispet:
oran, ölçü.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
rahîm:
merhamet eden, çok mer-
hametli olan, esirgeyen, koruyan,
acıyan Allah.
sakin:
bir yerde oturan.
şems:
güneş.
seyyarat:
gezegenler.
şükür:
Allah’ın nimetlerine karşı
memnunluk gösterme, gerek dil
ile gerekse hal ile Allah’ı hamd et-
me.
talep:
isteme, dileme.
tarif:
bir şeyi bütün vasıflarını içi-
ne alacak şekilde anlatma.
tebarüz:
belli olma, görünme, ba-
riz hale gelme.
ziya:
ışık, aydınlık, nur.
âlem:
dünya, cihan.
arz:
yer, dünya.
azamet:
büyüklük, ululuk, yü-
celik.
azîm:
büyük.
bilakis:
aksine, tersine.
cazibe:
çekim.
cilve:
tecelli, görüntü.
esma-i Hüsna:
Allah’ın adları,
Allah’ın doksan dokuz güzel
ismi.
fail:
fiili işleyen, yapan, tesir
eden.
felsefe:
madde ve hayatı baş-
langıç ve gaye bakımından in-
celeyen ilim.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şe-
yi yoktan var eden.
hararet:
sıcaklık, sıcak, ateş.
hikmet:
kâinattaki ve yaratı-
lıştaki gayeleri araştırma.
hükm-i Kur’ânî:
Kur’ân’ın
hükmü, emri.
i’lem eyyühe’l-aziz:
ey aziz
kardeşim, bil ki.
ilim:
bilgi, marifet.
istifade:
faydalanma, yarar-
lanma.
kezalik:
keza, bu da öyle,
böylece.
kıymet:
değer.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
Kur’ân:
Allah tarafından vahiy
yoluyla Hz. Muhammed’e in-
dirilmiş, semavî kitapların so-
nuncusu.
1.
Güneşi bir kandil yapmıştır. (Nuh Suresi: 16.)