Mesnevi-i Nuriye - page 266

Üçüncü kısım
ise nur gibidir. görünür, fakat ne his-
sedilir, ne de tutulur. öyle ise, sen kalbinin gözüyle, ru-
hunun nazarıyla kendini ona mukabil tut ve gözünü ona
tevcih et, bekle. Belki kendi kendine gelir. Çünkü nur el
ile tutulmaz, parmaklar ile avlanmaz. Belki o nur ancak
basiret nuru ile avlanır. eğer haris ve maddî elini uzatsan
ve maddî mizanlarla tartsan, sönmese de gizlenir. Çün-
kü öyle nur, maddîde hapse razı olmadığı gibi, kayda gi-
remez, kesifi kendine malik ve seyyid kabul etmez.
On BirinCi nOTA
Bil ki, kur’ân-ı Mu’cizülbeyan’ın ifadesinde çok şefkat
ve merhamet var. Çünkü, muhataplarının ekserîsi cum-
hur-i avamdır. onların zihinleri basittir. nazarları dahi
dakik şeyleri görmediğinden, onların besatet-i efkârını
okşamak için, tekrar ile, semavat ve arzın yüzlerine ya-
zılan ayetleri tekrar ediyor. o büyük harfleri kolaylıkla
okutturuyor. Meselâ, semavat ve arzın hilkati ve sema-
dan yağmurun yağdırılması ve arzın dirilmesi gibi bilbe-
dahe okunan ve görünen ayetleri ders veriyor. o huruf-i
kebire içinde küçük harflerle yazılan ince âyâta nazarı
nadiren çevirir, tâ zahmet çekmesinler.
Hem üslûb-i kur’ânîde öyle bir cezalet ve selâset ve
fıtrîlik var ki, güya kur’ân bir hafızdır, kudret kalemiyle
kâinat sayfalarında yazılan âyâtı okuyor. güya kur’ân,
kâinat kitabının kıraatidir ve nizamatının tilâvetidir ve
nakkaş-ı ezelî’sinin şuunatını okuyor ve fiillerini yazıyor.
arz:
yer, dünya.
âyât:
işaretler, deliller; Allah’ın
varlık ve birliğine işaret eden de-
liller.
ayet:
Allah’ın varlığına delâlet
eden şey.
basiret:
kalp gözüyle görme, doğ-
ru ve ölçülü görüş.
besatet-i efkâr:
fikir ve düşünce-
lerin basitliği.
bilbedahe:
açıktan, aşikâr olarak.
cezalet:
ahenkli, akıcı ve güzel ifa-
de.
cumhur-i avam:
avamın cumhu-
ru, halkın çoğunluğu.
dakik:
ince ve derin.
ekserî:
çoğu kısmı.
fiil:
iş, hareket.
fıtrî:
tabiî, doğal.
güya:
sanki.
hafız:
ezberleyen.
haris:
çok hırslı.
hilkat:
yaratılma, yaratılış.
huruf-i kebire:
büyük harfler.
kâinat:
evren; yaratılmış olan şey-
lerin tamamı, bütün âlemler.
kesif:
kaba, yoğun, şeffaf olma-
yan.
kıraat:
okuma, devamlı ve düz-
gün okuma.
kudret:
Allah’ın bütün varlığı çev-
releyen ezelî kuvveti.
Kur’ân:
Allah tarafından vahiy yo-
luyla Hz. Muhammed’e indirilmiş,
semavî kitapların sonuncusu.
Kur’ân-ı Mu’cizülbeyan:
açıkla-
malarıyla akılları benzerlerini yap-
maktan âciz bırakan Kur’ân.
Z
ühre
| 266 | Mesnevî-i nuriye
maddî:
madde ile alâkalı, cis-
manî.
malik:
sahip.
merhamet:
acımak, şefkat
göstermek, korumak, esirge-
mek.
meselâ:
örneğin.
mizan:
terazi, ölçü.
muhatap:
kendisine hitap
olunan, söz söylenilen kimse.
mukabil:
karşı.
nadiren:
ender olarak, az ola-
rak.
nakkaş-ı ezelî:
ezelî nakkaş;
her şeyi Zatına has olarak
nakış nakış işleyen, evveli ol-
mayan Allah.
nazar:
bakış, bakış açısı.
nizamat:
nizamlar, düzenler.
nota:
dikkat çekici ve uyarıcı
bilgi.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
razı:
rıza gösteren, kabul
eden.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın
temeli ve sebebi olan manevî
varlık.
şefkat:
acıyarak ve esirgeye-
rek sevme, içten ve karşılıksız
merhamet.
selâset:
sözün akıcı olma hâli,
ifadedeki ahenk, açıklık, ko-
laylık ve akıcılık.
sema:
gökyüzü, gök.
semavat:
semalar, gökler.
seyyid:
efendi.
şuunat:
şuunlar, keyfiyetler,
hâller; işler.
tevcih:
yöneltme, çevirme.
tilâvet:
güzel sesle ve an-
lamını düşünerek okumak.
üslûb-i Kur’ânî:
Kur’ân-ı Ke-
rîm’in üslûbu, ifade tarzı.
zahmet:
sıkıntı, eziyet, me-
şakkat.
1...,256,257,258,259,260,261,262,263,264,265 267,268,269,270,271,272,273,274,275,276,...528
Powered by FlippingBook