Mesnevi-i Nuriye - page 259

için çürüyünceye kadar kendilerini feda etmeleri, ehl-i
dikkate gösterir ki, onların, emr-i İlâhînin imtisalinden
öyle bir lezzetleri var ki, nefislerini mahvedip çürütü-
yorlar.
Bak, başında çok süt konserveleri taşıyan Hindistan
cevizi ve incir gibi meyvedar ağaçlar, rahmet hazinesin-
den lisan-ı hâl ile süt gibi en güzel bir gıdayı ister alır,
meyvelerine yedirir, kendi bir çamur yer. Hem, nar ağa-
cı safî bir şarabı hazine-i rahmetten alıp meyvesine yedi-
rir, kendisi çamurlu ve bulanık bir suya kanaat eder.
Hatta hububatta dahi sümbüllenmek vazifesinde zahir
bir iştiyak görünür. nasıl ki dar bir yerde hapsedilen bir
zat, bir bostana ve geniş bir yere çıkmayı müştakane is-
ter; öyle de, hububatta, sümbüllenmek vazifesinde öyle
sürurlu bir vaziyet, bir iştiyak görünüyor.
İşte “sünnetullah” tabir edilen, kâinatta cereyan eden
bu sırlı uzun düsturdandır ki, işsiz, tembel, istirahatle ya-
şayan ve rahat döşeğinde uzananlar, ekseriyetle sa’y
eden, çalışanlardan daha ziyade zahmet ve sıkıntı çeker-
ler. Çünkü, daima işsizler ömürlerinden şikâyet ederler,
eğlenceler ile çabuk geçmesini isterler. sa’y edenler ve
çalışanlar ise şakirdirler, hamd ederler, ömürlerinin geç-
mesini istemezler.
(1)
l
ôp
cÉn
°T o
?p
eÉn
©r
dG ?p
Yɰs
ùdGn
h /
?p
ôr
ªo
Y r
øp
e m
?Én
°T o
?p
WÉn
©r
dG o
íj/
ôn
à°r
ùo
ªr
dn
G
küllî düsturdur. Hem o sır iledir ki, “rahat zahmette,
zahmet rahattadır” cümlesi darbımesel olmuştur.
Mesnevî-i nuriye | 259 |
Z
ühre
lisan-ı hâl:
hâl dili, bir şeyin duru-
şu ve görünüşü ile bir mana ifade
etmesi.
mahvetme:
yok etme, ortadan
kaldırma, batırma.
meyvedar:
meyveli, yemişli.
müştakane:
iştiyak ve arzu ile,
çok isteyerek.
nefis:
hayat, ruh, can.
rahmet:
şefkat, merhamet,
bağışlama ve esirgeyicilik.
safî:
saf olan, katışıksız, duru.
şakir:
Allah’ın verdiği nimetlere
karşılık şükreden.
sa’y:
iş, çalışma, çabalama.
sır:
gizli hakikat.
sümbüllenmek:
baş vermek
sünnetullah:
Allah’ın tabiata koy-
duğu yaratılışa ait kanunlar.
sürur:
sevinç, mutluluk.
tabir:
ifade.
vazife:
görev.
vaziyet:
durum.
zahir:
açık, aşikâr.
zahmet:
sıkıntı, eziyet, meşakkat.
zat:
kişi, şahıs.
ziyade:
fazla, fazlasıyla.
bostan:
sebze bahçesi.
cereyan:
olma, meydana gel-
me.
darbımesel:
atasözü, vecize.
düstur:
kaide, esas, prensip.
ehl-i dikkat:
dikkatliler, dik-
kat sahipleri.
ekseriyetle:
daha ziyadesiyle,
çoklukla, çoğunlukla.
emr-i ilâhî:
İlâhî iş; Allah’ın
emri.
feda:
uğruna verme.
hamd:
Allah’a karşı şükran ve
memnuniyetini onu överek
bildirme.
hazine-i rahmet:
rahmet ha-
zinesi.
hububat:
taneli bitkiler, buğ-
day, arpa v.b. tahıl.
imtisal:
emre tamamen uy-
ma, gerekeni yapma, alınan
emre boyun eğme.
istirahat:
dinlenme, rahatla-
ma.
iştiyak:
aşırı isteme, çok fazla
arzu etme.
kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlem-
ler.
kanaat:
hırs göstermeden
kısmetine razı olmak, elindeki
ile yetinmek.
küllî:
umumî, genel.
1.
Rahat içinde ve boş olan kimse ömründen şikâyet eder; çalışıp işleyen kimse ise hâline
şükreder.
1...,249,250,251,252,253,254,255,256,257,258 260,261,262,263,264,265,266,267,268,269,...528
Powered by FlippingBook