görmeyen der ki: “Benim nazarımda ay yoktur. Benim
yanımda görünmüyor.” Başkası da, “nazarımda yoktur”
der. daha başkası da öyle der. Her biri kendi nazarında
“Yoktur” der. Her birinin nazarları ayrı ayrı ve nazara
perde olan esbap dahi ayrı ayrı olabildiği için, davaları
da ayrı ayrı olur, birbirine kuvvet veremez.
Fakat ispat edenler demiyor ki: “Benim nazarımda ve
gözümde hilâl var.” Belki “nefsülemirde, göğün yüzünde
hilâl vardır, görünür” der. görenler bütün aynı davayı ve
“nefsülemirde vardır” der. demek bütün davalar birdir.
nefyedenlerin nazarları ayrı ayrı olduğundan, davaları
da ayrı ayrı olur. nefsülemre hükmedemiyorlar. Çünkü
nefsülemirde nefiy ispat edilmez. Çünkü ihata lâzımdır.
(1)
m
án
ª«/
¶n
Y m
än
Óp
µ°r
ûo
ªp
H s
’p
G o
âp
Ñr
ão
j n
’ o
?n
?`r
£o
Ÿr
G o
?n
ón
©r
dGn
h
bir kaide-i usuldür.
evet, bir şeyi dünyada var desen, yalnız o şeyi göster-
mek kâfi gelir. eğer yok deyip nefyetsen, bütün dünyayı
eleyip göstermek lâzım gelir ki, tâ o nefiy ispat edilsin.
İşte bu sırra binaen, ehl-i küfrün bir hakikati nefyetme-
si ise, bir meseleyi halletmek veyahut dar bir delikten
geçmek veyahut bir hendekten atlamak misalindedir ki,
bin de, bir de, birdir. Çünkü birbirine yardımcı olamaz.
Fakat, ispat edenler nefsülemirde hakikat-i hâle baktıkla-
rı için, müddeaları ittihat ediyor. kuvvetleri birbirine yar-
dım eder. Büyük bir taşın kaldırılmasına benzer ki, ne
kadar eller yapışsa daha ziyade kaldırması kolay olur ve
birbirinden kuvvet alır.
Mesnevî-i nuriye | 253 |
Z
ühre
ziyade:
çok, fazla.
binaen:
-den dolayı, bu se-
bepten.
dava:
iddia.
ehl-i küfür:
Allah’ın varlığına
ve birliğine inanmayanlar, din-
sizler, imansızlar.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
hakikat:
gerçek, esas.
hakikat-i hâl:
durumun ger-
çek yönü, işin aslı.
hal:
çözme, karışık bir mese-
leyi şüphe edilmeyecek dere-
cede açıklama.
hilâl:
yeni ay.
hükmetme:
hâkim olma, işle-
me.
ihata:
kuşatma, içine alma.
ispat:
kanıtlama.
ittihat:
birleşme, birlik oluş-
turma.
kâfi:
yeter, elverir.
kaide-i usul:
usul kaidesi, ku-
ralı.
mesele:
önemli konu.
misal:
benzer, örnek.
müddea:
iddia edilen şey, tez,
sav.
nazar:
bakış, görüş.
nefiy:
inkâr, reddediş.
nefyetmek:
inkâr etmek, red-
detmek.
nefsülemir:
işin hakikati, aslı.
sır:
gizli hakikat.
1.
Bir şeyin hiçbir zaman, hiçbir yerde ve hiçbir şekilde olmadığı iddiası çok büyük zorluklarla
ispat edilebilir.