evet, cemadata dikkatle nazar edilse, bilkuvve yalnız
istidat ve kabiliyet cihetinde nakıs kalıp inkişaf etmeyen-
lerin, gayet bir içtihat ve sa’y ile inbisat edip bilkuvveden
bilfiil suretine geçmesinde, mezkûr sünnet-i İlâhiye düs-
turuyla bir tavır görünüyor. Ve o tavır işaret eder ki, o
vazife-i fıtriyede bir şevk ve o meselede bir lezzet vardır.
eğer o camidin umumî hayattan hissesi varsa, şevk ken-
disinin olur; yoksa, o camidi temsil eden, nezaret eden
şeye aittir. Hatta, bu sırra binaen denilebilir ki, lâtif, na-
zik su incimat emrini aldığı vakit, öyle şiddetli bir şevk ile
o emre imtisal eder ki, demiri şakkeder, parçalar. de-
mek bürudet ve tahte’s-sıfır soğuğun lisanıyla, ağzı kapa-
lı demir kaptaki suya “genişlen!” emr-i rabbanîsi tebliğ
edilince, şiddet-i şevk ile kabını parçalar, demiri bozar,
kendisi buz olur. Ve hakeza, her şeyi buna kıyas et ki,
güneşlerin deveranından ve seyrüseyahatlerinden tut, tâ
zerrelerin Mevlevî gibi devir etmelerine ve dönmelerine
ve ihtizazlarına kadar kâinattaki bütün sa’y ü hareket, ka-
nun-i kader-i İlâhî üzerine cereyan ediyor ve dest-i kud-
ret-i İlâhîden sudûr eden ve irade ve emir ve ilmi tazam-
mun eden emr-i tekvinî ile zuhur eder. Hatta her bir zer-
re, her bir mevcut, her bir zîhayat, bir nefer askere ben-
zer ki, orduda muhtelif dairelerde, o neferin ayrı ayrı nis-
petleri, vazifeleri olduğu gibi, her bir zerre, her bir zîha-
yatın dahi öyledir.
Meselâ senin gözünde bir zerre, gözün hücresinde ve
gözde ve asab-ı vechiyede ve bedenin şerayin tabir edi-
len damarlarında birer nispeti ve o nispete göre birer
bilfiil:
hareket hâli, işleyiş, yapış.
bilkuvve:
fiil mertebesine geçme-
den potansiyel hâlde, düşünce hâ-
linde.
binaen:
-den dolayı, bu sebepten.
bürudet:
soğukluk, soğuk olma.
camit:
ruhsuz, cansız.
camit:
ruhsuz, sert, katı madde.
cemadat:
cansız varlıklar.
cereyan:
olma, meydana gelme.
cihet:
yön.
dest-i kudret-i ilâhî:
İlâhî kudret
eli, Allah’ın kudret eli.
deveran:
dönme, dönüp dolaşma.
düstur:
kaide, esas, prensip.
emir:
iş, kanun.
emr-i rabbanî:
Allah’ın emri.
emr-i tekvinî:
yaratma emri, kâi-
natı var etme emri, işi.
gayet:
son derece.
hakeza:
böylece, bunun gibi.
hisse:
pay, nasip.
içtihat:
bir şeye ulaşmak için sarf
edilen üstün gayret, gücü yettiği
kadar çalışma, çabalama.
ihtizaz:
gönlü ferahlama, hazzet-
me, ferah, sevinç.
imtisal:
emre tamamen uyma,
gerekeni yapma, alınan emre bo-
yun eğme.
inbisat:
ferahlama, yayılma, ge-
nişleme.
incimat:
donma, buz hâline gir-
me.
inkişaf:
ortaya çıkma, keşfolun-
ma; gelişme.
irade:
dileme, isteme, bir şeyi
yapıp yapmama konusunda için
olan iktidar, güç.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
kabiliyet:
istidat, yetenek.
kâinat:
evren; yaratılmış olan şey-
lerin tamamı, bütün âlemler.
kanun-i kader-i ilâhî:
Allah’ın ka-
der kanunu.
kıyas:
karşılaştırma, bir şeyi baş-
ka bir şeye benzeterek hüküm
verme.
lâtif:
yumuşak, tatlı, hoş.
lisan:
dil.
Z
ühre
| 260 | Mesnevî-i nuriye
mesele:
konu.
Mevlevî:
Mevlevîlik tarikatine
mensup kimse.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen,
anılan.
muhtelif:
türlü türlü, çeşitli.
nakıs:
noksan, eksik.
nazar:
bakmak.
nazik:
narin, ince; dikkat ge-
rektiren, önemli.
nefer:
asker, er.
nezaret:
gözetme, bakma.
nispet:
ilgi, bağ, münasebet.
şakketmek:
yarmak, ikiye
ayırmak.
sa’y ü hareket:
çalışma ve iş
görmek için davranma.
sa’y:
iş, çalışma, çabalama.
şevk:
şiddetli arzu, aşırı istek
ve heves.
seyrüseyahat:
hareket etme
ve yolculuk.
şiddet-i şevk:
şevkin şiddeti;
şiddetli isteğin gücü, arzunun
kuvveti.
sır:
gizli hakikat.
sudûr:
sâdır olma, meydana
çıkma, olma.
sünnet-i ilâhiye:
kâinatta ce-
reyan eden İlâhî kanunlar.
suret:
biçim, şekil, tarz.
tahte’s-sıfır:
sıfırın altı.
tazammun:
ihtiva etme, içine
alma, içinde bulundurma.
tebliğ:
dinî bir emrin kullara
bildirilmesi.
temsil:
.
umumî:
herkese ait, genel.
vazife-i fıtriye:
fıtrî vazife, ya-
ratılışa ait vazife.
zerre:
en küçük parça, mole-
kül, atom.
zîhayat:
hayat sahibi.
zuhur:
görünme, belli olma,
ortaya çıkma.